Eğitim şart!..

A -
A +

Şeyh Edebâli hazretlerinin dergâhı han gibidir. Derviş olsun olmasın gelen giden halkaya katılır, kirden pastan arınmaya bakarlar. Eh bu arada karınları doyurulur, sıcak bir döşekte yatırılırlar. Osman Gazi kayınpederinin yolundan gider üç günde bir etli pilav pişirip fukarayı doyurur, kumaş, elbise dağıtmak için bahane arar. Her kandil ve bayramda orta yere kazan kurdurur, mükellef sofralar açar. Orhan Gâzi hayır hasenat işlerini daha bir düzene koyar, imaretler gün boyu çalışır, uzatılan her kaseye sıcak aş koyarlar. Ama Cuma günleri farklıdır, o gün helva da pişirilir, gurebanın elceğizine sadaka sıkıştırırlar. Orhan Gâzi özellikle talebeyi çok kollar, ilim ehline harcanan paraya hiç acımaz. Ne verirsen elinle... Murad-ı Hüdavendigâr bu adetlere hız katar. Hatta imarethanelerde bilfiil çalışır, usta gibi kepçe tutar, yamak gibi kap yıkar. Zaten dervişmeşrep bir sultandır, onu arayanlar Yenişehir'deki Postumpûş zaviyesinde bulurlar. Yıldırım Bayezid dedelerinin yolundan gider. Çok cami ve mescid yaptırır. Özellikle Cuma günleri dua almaya bakar. 2. Murad Han Bursa ve Edirne'yi imaret ve medreselerle donatır. Her yıl Kudüs, Halilürrahman ve Harameyn fakirlerine 35 bin altın yollar. Koca Murad özellikle ehl-i beyte çok hürmet eder, onlara 10 bin altın ayırır ve elceğizi ile dağıtmaktan haz duyar. Mahalle mektepleri Osmanlılar ilme çok önem verirler, sadece Dersaadette (İstanbul'da) 1935 sıbyan mektebi bulunur ki bunlar vakıfların desteği ile ayakta dururlar. Çocuklar henüz dört yaşında okula başlar, beşine gelenlere "gecikmiş" gözüyle bakarlar. Çocukların mektebe başlamaları tam mânâsiyle bir merasimdir. Alaylar düzenlenir, koyunlar koçlar kesilir, minik mollacığa unutumayacağı bir gün yaşatırlar. Sıbyan mektebi muallimlerinden cebir, geometri, mantık, astronomi bilmesi istenir, hatta edebiyata yatkın, araştırmaya meyli olanlar seçilir. Bunlar muallimhanelerde yetiştirilir, tedrisat yatılı olup yetim ve öksüzlere öncelik tanırlar. Çünkü yetimlerin hissettiklerini en iyi "yetimler" anlar. Şehzade gibi Osmanlıda çocuklar ağzı süt kokarken mektebe koşarlar. Onu bir ağabeye ya da ablaya ısmarlar "öp bakalım kalfanın elini" der saygıya alıştırırlar. Minik molla elif suparasıyla derse başlar, mesafe alan talebeler kendinden ufakları okuturlar. Amme cüzü, Yasin-i şerif, Tebareke süre-i celilesi derken üç beş ayda Kur'an-ı kerimi hatmedip "abi abla" olurlar. Bu müjdeyi bütün mahalleye duyururlar. Eşi dostu çağrır, şerbetler ezer, börekler açar, güzel bir ziyafet hazırlarlar. Minikler hep birlikte ilahiler okur, mekanı şehadet ve salevatlarla çınlatırlar. Sonra hep beraber el açar, güzel bir dua yaparlar. Bahşişler yağmur olur yağar. Gelen giden minik mollanın (ya da minik hanımın) başını okşar, çocukta emeği olanlara ama küçük ama büyük hediyeler sunarlar. Kısacası Osmanlıda okuyanlara "sultan muamelesi" yaparlar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.