Hazret-i EBÛ BEKR-İ SIDDÎK radıyallahü anh

A -
A +
Hazret-i EBÛ BEKR-İ SIDDÎK radıyallahü anh

Her kim rü'yâda beni görmüşdür. Muhakkak beni görmüşdür. Zîrâ şeytân benim sûretimde görünmez. Her kim, Ebû Bekr'i uykuda görür. Ebû Bekr'i görmüşdür. Zîrâ şeytân Ebû Bekr'in sûretinde de görünmez. (Hadis-i Şerif) Veda haccı... Fahr-i enâm Arafat dağında Kusva üzerinde iken "Bugün dininizi ikmal ettim. Size verdiğim ni'metleri tamamladım" manasındaki ayeti kerime nazil olur. Ayet-i kerimenin ağırlığına bakın ki deve çökeyazar, dizine kadar kuma batar. Elbette sevinenler de olur ancak feraset ehlini bir düşüncedir alır. Mesela Hazret-i Ebû Bekr mahzûnlaşır, başlar ağlamaya. Ayrılık vakti yaklaşmaktadır zira. Efendimiz son günlerinde sadık dostunun imam olmalarını arzular. Fahr-i kainatın dar-ı bekaya irtihallerinden sonra bazı müminler acı haberi kabullenmekte zorlanırlar. Ebû Bekr-i Sıddîk sakindir, önce Hazreti Aişe'nin hücresine girer, Nebiyi muhteremin yüzündeki örtüyü açar, mübarek simaları ay gibidir "Vefatın da hayatın gibi güzel" diye fısıldar. HUVE'L BAKÎ Ehli beyti teselli ettikten sonra minbere çıkar ve "kim" der, "Resulluh'a (sallallahü teâlâ aleyhi ve selem) tapıyorsa bilsin ki o vefât etti. Kim Hak sübhânehü ve teâlâ hazretlerine tapıyorsa bilsin ki o bakidir!" Cemaat sükunete erer ve istisnasız tabi olurlar ona. Ancak Mekke ve Medine dışı karışıktır hâlâ. Mürtedler (dinden dönenler) zekat toplayıcıları katleder, aşikare meydan okurlar. Yalancı peygamberler meydanı boş bulurlar, Necdli Müseylemet-ül kezzab büyük fitne koparır mesela. Beni Esed Reisi Tuleyha ona keza (sonradan pişman olur)... Derken Bahreyn'de Hatam adlı biri çıkar. Çarpışmalar sert geçer, Halid bin Velid sabırla bekler isyancıların içip sızdıkları bir gece baskın yapar. Ummandaki yalancı peygamberi ise Hazret-i İkrime susturur, yaraya merhem çalar. Bunların ortak özelliği içki ve zinayı serbest bırakmalarıdır, taraftar kazanmak için namazı azaltır, zekatı kaldırırlar. Zor olur ama Müslümanlar mürtedleri saf dışı eder, Arabistan'da birlik ve beraberliği sağlarlar. Ancak birçok hafız da şehadet şerbetini yudumlar. Nerede ne zaman savaş çıkacağı ve daha ne kadar hafızın şehid olacağı belli değildir, bu yüzden Hazret-i Ebû Bekr fakihleri, vahiy katiplerini bir araya getirir ve Kuran-ı kerimi toplar. İlk Mushaf-ı şerifi yazarlar. (Cem-ül Kuran) GEREĞİ YAPILA Böylesine önemli vazifeleri üstlenen Hazret-i Ebû Bekr aynı zamanda bir aile reisidir, çalışmak kazanmak zorundadır. Bir gün bakarlar ki çarşıda gömleğini satmakta... Bir halife ekmek parasıyla uğraşmamalı der, onu iki dirhem maaşa bağlarlar. Hazret-i Ebû Bekr "ama bu çok fazla" deyince bir dirhem iki dankta karar kılarlar. Mübarek yine de kazandığı ile geçinir, maaşını bir testide biriktirir, kuruşunu harcamaz. Vefatından önce kerimeleri Hazret-i Aişe'ye "al bunları Ömer bin Hattab'a götür" buyurur "o gereğini yapar!" Hazret-i Ömer çok hislenir, gözyaşlarını tutamaz. Gereği bellidir, "fukaraya dağıtmak!" KRALLAR KIRILINCA Müminler zamanla Arabistan'dan taşar, uzak ülkelerde davete başlarlar. Kralların meliklerin yüzleri ekşir, bu genç devleti ezmeye kalkarlar. Tehdit ciddidir, artık askeri bakımdan da güçlü olmalı, ümmet-i Muhammedi korumalıdırlar. Mukaddes beldeleri savunmanın tek yolu vardır, savaşı düşmanın topraklarına yıkmak. Nitekim Halid bin Velid ve Müsenna bin Harise Irak'a doğru yola çıkarlar. Hire Valisi mâkul bir insandır, anlaşmaya razı olur. Ancak komutan Hürmüz ve Fars kahramanları Kubat ile Enuşcan büyük bir ordu ile çıkagelir, meydan okurlar. Cenk öncesi Halid bin Velid, Hürmüz'ü meydana davet eder. Yenilmez diye tanınan devasa muharibi ikiye yarar. O gün Sasaniler mânâsız işler yapar, gereksiz yere safları bozar, panik içinde kaçışırlar. Zırhlarını bile çıkarmadan Fırat'a koşarlar... Boğulan boğulana... KÖHNE BİZANS Sasani imparatoru mağlubiyeti kabullenemez, ünlü komutan Endirezgâr ve silahşör Behman'ı üzerlerine yollar. Halid bin Velid, Velece ve Leys savaşları ile onları da dağıtır. Ki artık karşılarında dişe dokunur bir güç kalmaz. Hazret-i Halid ve Ubeyde bin Cerrah bu defa Bizans'a yönelir, sancak-ı şerifi (Ukap) yeni şehirlere asarlar. Ecnadin, Busra ve nihayet Şam.. Yermuk'ta 240 kişilik Bizans ordusunu dağıtır, sadece 3 bin kayıpla net bir zafere imza atarlar. Ölen Rumların sayısı 100 bindir ki cesetler arasında ünlü komutan Theodoros da yatar. Halbuki Müslümanlar sayıca ve silahça noksandırlar. Ordular gönüllülerden ibarettir, kıta kışla tanımazlar. Bizans ve Sasani orduları ise profesyonellerden kuruludur, talimlidirler, donanımlıdırlar. Asırlara dayanan tecrübeleri, muharebe tarzları vardır. İşte burada akıl mantık durur, ikiyle ikiyi toplarsınız yirmi iki çıkar. Nitekim Heraklius da Antakya'ya çekilir, "Elveda Suriye" der, "Burası Müslümanlar için ne mükemmel bir yurt olacak!" Hakikaten Sahabe-i kiram efendilerimiz yöre halklarıyla kaynaşır, coğrafyayı çil çil kubbelerle donatırlar. 63 YAŞINDA Hazreti Ebû Bekr, Server-i Kâinattan iki yaş küçüktür ve onun ardından sadece iki yıl yaşar. Bu iki yıla çok şey sığdırır, İslam devleti üç kıtada at koşturmaya başlar. Hazret-i Ebû Bekr nefsini ölmüş bilir, Allahü teâlâ hazretlerinin ta'âtından ve zikrinden gafil olmaz. Dâimâ ağlar, "Allahümme ente veli fiddünyâ vel âhıreti teveffenî müslimen ve elhıknî bissâlihîn (Yâ Rabbî! Sen benim, dünyâda ve âhıretde velîmsin, sâhibimsin. Bana müslümân olarak ölmeyi nasîb et ve sâlih kullarının arasında bulundur) duasını çok okurlar. Cenaze namazını Hazret-i Ömer kıldırır, vasiyeti üzerine kızı Aişe'nin hücresine (Resullullahın yanı başına) defneder, dostu dosttan ayırmazlar. Hazret-Ali (radıyallahü anh) anlatır: Ebû Bekr-i Sıddîk bana "Ey gözümün nûru" dedi, vefâtım yaklaştı. Beni o, Resûlullah'ı "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" yıkadığın mubârek ellerinle yıka. Sonra Cenâzemi Ravda-i mukaddeselerinin kapısına koy. Ve de ki, yâ Resûlallah! Ebû Bekr kapıdadır. İçeri girmek için izin ister. Eğer kilit anahtarsız açılırsa, beni Seyyid-i âlemin yanına defn et. Eğer kilit açılmazsa, Bakî' kabristanına götür, göm garîbler arasına... Vasiyetini yerine getirip, techîz eyledim. Ravda-i mukaddese kapısına götürdüm. İzin istedim. Kilit kendiliğinden açıldı, o an bir ses işittim "Habîbi habîbe kavuşdurun". (Hazret-i Ebû Bekr 1375 yıl evvel bu gün vefat etmişti...) Enes bin Mâlik "radıyallahü teâlâ anh" rivâyet ederler. Resûlullah "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" hazretleri Ebû Bekr, Ömer ve Osmân "radıyallahü teâlâ anhüm" Uhud Dağına çıkdılar. Dağ sallandı. Resûl-i ekrem mübârek ayağı ile dağa vurdu ve buyurdu ki: Sâbit ol yâ Uhud! Senin üzerinde bir Peygamber, bir Sıddîk, iki şehîd var. Hazret-i EBÛ BEKR-İ SIDDÎK radıyallahü anh

YOK DİYEMEZ Kİ Malını mülkünü İslam uğruna harcayıp parasız kaldığı günlerde bir adam gelir, on iki bin akçe ister ama hemen derhal! Yoktur, lakin "La" diyemez ki. Gider bir Yahudi'den borç alır, verir. Şakası yok, ödeyemezse Yahudi'ye köle olacak, söz ağızdan çıkar zira. Nitekim korkulan olur ve kölelik yolu görünür ona. Birazdan alacaklı kapıya dayanacaktır, ihtimal elinde zincirler bukağılar... Hazret-i Aişe dayanamaz, ağlamaya başlar. Gözyaşları tıpır tıpır dökülür ama nasıl, ardı ardına. Yere şıp şıp düşen damlalardan biri çın çın ses çıkarınca validemiz dikkat kesilir. Bakar yerde bir cevher, bilmiyoruz artık elmas gibi mi, belki de pırlanta... Hazret-i Sıddîk çarşıya çıkar, yabancı bir tüccar (Cebrail aleyhisselamdır) yolunu keser, cevheri gösterip sorar: "Ne kadar?" - 12 bin dinar. -"Bu cevher en az yirmi bin eder" der ve çıkarır önüne koyar. Hazret-i Ebû Bekr Yahudiye altınları gösterir, "doldur eteğine" der "bunların hepsi senin!" Muhatabı şaşkındır, çarşıda yaprak oynasa duyulur zira. Bakar altınların üzerinde kudret kalemi ile yazılmış bir hat. "Lâ ilâhe illallah Muhammedun resûlullah" Yüreğini tatlı bir heyecan sarar. İman eder, altınları dağıtır fukraya... DİLİ ALTINDA Hazret-i Ebû Bekr vakitli vakitsiz, gerekli gereksiz konuşmamak için dilinin altına taş koyar. Bir şey söyleyeceği zaman ölçer, biçer, tartar, lüzumuna inanırsa ağzından taşı çıkarır. Meramını kısa cümlelerle anlatır ve sessiz dünyasına döner anında. Ey dil. Söylemeyesin o sözü ki, Allahü teâlânın mardîsi (makbulü) olmaya. Hazret-i Ebû Bekr'in cömertliğini biliyorsunuz... İşte bir gün yine gözü kara bağışlar yapar ve kendine giyecek esvap bile kalmaz. Bir mutafa (keçi kılından mamul çaput) bürünür, namazlarını mecburen evde kılar. Fahr-i Alem dahi meraklanır, cemaate hitaben "Varıp Ebû Bekr'e gidelim halini soralım" buyururlar. O esnada Cebrail aleyhisselam siyah bir mutaf kuşanmış halde görünür. "Ya Resulallah" der, "Malumunuz olsun ki yedi kat gökte, arş ve kürsideki bütün melekler ve kerabiyyun, Hazret-i Ebû Bekr hatırına mutaf kuşandılar. Zira o varını yoğunu dağıttı bir elbisesi bile kalmadı ki dışarı çıksa!" KEBAP KOKUSU Bir ara komşuları "Ebû Bekr'in evinden kebap kokuları geliyor" derler, "Bizi davet etmiyor ama..." Efendimiz mânâlı mânâlı gülümser "O kokuyu duyunca haber verin, gidip kapısını çalalım" buyururlar. Ve yine o koku... Hep birlikte kalkarlar... Tak tak tak. -İçeri buyurmaz mısınız Ya Resulallah! -Bu ne koku ya Ebû Bekr? Mahcuptur, üsteleyince anlatmak zorunda kalır "Ya hayr-ül beşer! Hak Subhanehü teâlâ bana hem İslamiyeti nasip etti, hem de habibine arkadaş eyledi. Acaba bu nimetin şükrünü eda edebilir miyim diye düşündükçe ciğerim kavruluyor... Koku o koku, komşular kusura bakmasınlar!" BU HASLETLER Kİ... ∂ Ebu Hureyre (Radıyallahü ahn) anlatır: Resulullah (Sallallahü aleyhi ve selem) "bugün sizden kim oruç tuttu" diye sordu. Kimseden ses çıkmadı. Ebû Bekr elini kaldırdı: "Ben!" Mefhar-ı mevcudat tekrar sordular: "Peki bu gün sizden cenaze takip eden oldu mu?" Yine Ebû Bekr'in eli kalktı: "Ben!" Peki bu gün bir fakir doyuran? -"Ben!" Hasta ziyaret eden? -"Ben!" "Bu hasletler ki bir kimsede birleşir, o cennete gider."
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.