Hazreti Ebubekir Peygamberin sadık dostu

A -
A +
Hazreti Ebubekir Peygamberin sadık dostuİŞTE HİCRET SIRASINDA PEYGAMBER EFENDİMİZİN, HAZRETİ EBUBEKİR İLE BİRLİKTE SIĞINDIKLARI DAĞ VE MAĞARA ÖYLE BÜYÜT Kİ Sultan-ı Enbiya eshab-ı Güzin ile mescid-i şerifte oturmaktadırlar. Cebrail Aleyhisselam gelir ve "Ebubekr'in bir saat ibadeti yetmiş yıllık ibadet yerini tutar" buyururlar. Efendimiz sadık dostunu çağırtır ve zikr olunan saatte "ne ile meşgul olduğunu" sorar. - Ya Habiballah hatırıma geldi ki Hak Subhanehu ve teâlâ cenneti de yarattı cehennemi de... Ve her ikisini de dolduracak. Dedim ki "Ya Rabbi bu za'if kulunun bedenini öyle büyüt, öyle büyüt, öyle büyüt ki cehennemi doldursun, emrin yerini bulsun. Alem azab korkusundan halâs olsun!" Mekkeli müşriklerin zulmü gitgide şiddetlenir, gün gelir bizzat Aleyhisselatü vesselam Efendimizi hedef alırlar. İnkarcıların kararı kesindir, artık bu işe bir nokta koymalıdırlar. Her kabileden bir silahşör çağırmalı, suikasti ortak yapmalıdırlar. Abdümenafoğulları bütün kabilelerle dövüşmeyi göze alacak değildir ya. Çok zorlarlarsa diyetini verir, işi oluruna bağlarlar. Suikastçiler kılıçlarını bileylerken Cebrail Aleyhisselam emir getirir "bu gece evinde yatma!" Hicret'in vaktidir gayri, yola çıkmalıdırlar. Ancak bir süre gözden ırak durmalı, takibe meydan bırakmamalıdırlar. Şimdi kuytu bir köşe lazımdır, Sevr mağarası gibi mesela... YÂR-I GAR Sevr bitki örtüsü ile kaplı bir dağdır o yıllarda... Her türlü mahlukat mevcuttur, akrep çıyan artık ne ararsan. Bahsolunan mağarada da yuvalanmıştırlar ihtimal. Hazret-i Ebubekir içeri girer, gömleğini yırtar ve tek tek delikleri tıkar. Bezle tıkanamayacak iri bir delik daha... Oraya da ayağını dayar. Müteyakkız durur, gözünü dört açar. Ola ki bir haşerat Server-i Kâinatı ısırmaya. Yorgundurlar, Efendimiz başlarını sadık dostunun dizine koyar, gözlerini yumarlar. Bu arada ayağını dayadığı delikte bir yılan kıpırdamaya başlar, nitekim korktuğu başına gelir, ayağını sokar. Israrla deliği kapar, yılan bir daha sokar, sonra bir daha... Sancı dayanılası değildir ama tahammüle çabalar. Efendimiz hadisenin farkına varır, "çek ayağını çıksın" buyururlar. Yılanı "Ey utanmaz" diye azarlarlar, "sen benim mağara arkadaşımı nasıl ısırırsın? Hiç mi korkmadın Allah'tan? - Efendim sizin buraya geleceğinizi biliyor, nur yüzünüzü görmeyi umuyorduk ama arkadaşınız deliği kapatınca... ŞOL CENNETİN IRMAKLARI Bir ara Hazret-i Ebubekir susar, Efendimiz kapının önünde bir ırmak var buyururlar çık ve kana kana yudumla. Dağın başında bir nehir! Ki suyu kardan soğuk, baldan tatlı, hem misler gibi kokar. - Bu ne hoş bir su Ya Resulallah! - Allahü teala vazifeli meleğe "Firdevs ırmaklarını mağara önüne akıt ki Ebubekir muradınca içsin" diye emr buyurdular. - Anam babam sana feda olsun ya Resulallah. - Evet Ya Ebubekr, Allahü teâlâ katında daha da ziyade kadrin var. Beni hak peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki sana buğz eden cennete giremez. 70 yıllık ameli de olsa! Suikastı boşa çıkan Ebu Cehil çıldırmıştır adeta, döne döne Resul-i Ekrem Efendimizi arar. Gider öfkeyle Hazret-i Ebubekir'in kapısını çalar, eşikte nurlu Esma! - Nerde baban? - Söylemek zorunda mıyım? Ebu Cehil genç kızın yüzüne öyle bir tokat atar ki zavallı kapaklanır kalır, küpesi kopar, taa ötelere sıçrar. Ama Ebu Cehil'de oyun çoktur, bir eliyle çenesini tutar. Gözlerinde ispirto alevi gibi bir parıltı, kafasında şimşekler çakar. Evet öyle yapmalıdır. Derhal tellallar çıkarır, "Onları bulana yüz deve" diye bağırtır, "Yüz kızıl tülü deve!" Büyük servet, yüz devesi olan birinin hayat boyu çalışmasına gerek kalmaz. Mekke'de mükemmel iz süren avcılar vardır, adeta havayı koklarlar. Bunlardan ikisi (Kürz bin Alkame ve Sürakâ bin Malik) Sevr'in doruğuna çıkar, mağara etrafında turlamaya başlarlar. "Vallahi" derler "Buradan öteye gitmiş olamazlar. Eğer kanatlanıp uçmadılarsa!" ÖRÜMCEK AĞI, YUMURTA Ümeyye bin Halef "gidin işinize" der, adamları bozar. Mağara önünde bir çift yaban güvercini yuva yapmıştır zira. Örümcek ağları yıllanmıştır ihtimal... Hazret-i Ebubekir konuşmaları işitir ve Efendimiz adına endişe duyar. Lakin Resul-i Ekrem rahattırlar. Lâ tahzen innallahe me'ana (Hüzünlenme Allah muhakkak bizimle) buyururlar. Hazret-i Ebubekir'in oğlu Abdullah ve kızı Esma gece el ayak çekilince mağaraya gelir, hem havadis getirir, hem de azık bırakırlar. Biliyor musunuz hacı adayları da o anı solumayı arzular, söz konusu dağa daha ziyade gece tırmanırlar. Sevr mağarası fincan gibi ters kapanmış bir kayanın altındadır. İzbedir, karanlıktır. Ancak o gün tevhid ve tesbihle aydınlanır. Efendimiz Hazret-i Ebubekir'e nasıl zikretmesi gerektiğini talim buyurur, tasavvufa dair sırlarla donatırlar. Ki o da bunları Selman-ı Farisi'ye anlatır. O, Kasım bin Muhammed'e, o, Cafer-i Sadık'a, Bayezid-i Bistami, Harkanlı Hasan... İşte Silsile-i aliye adıyla tanıdığımız evliyalar halkası şirin mağaradan feyzyab olurlar. ALLAH BİZİMLE Aradan üç gün geçer, müşrikler ümitlerini keser, aramaktan yorulurlar. Klavuz Abdullah bin Uraykıt, pazartesi seherinde üç deve ile Sevr'e gelir ve yolculuk başlar. Efendimiz bir an Mekke'ye doğru bakar, "Vallahi sen Allah'ın yarattığı yerlerin en hayırlısı Allah katında en sevgili olanısın" buyururlar, "Benim için senden daha sevimli, daha güzel bir yurt yoktur. Eğer çıkarılmaya zorlanmasaydım asla ayrılmaz, başka yeri vatan tutmazdım!" Hazret-i Ebubekir develerin güçlüsünü sevimlisini (kutlu Kusva) Resulullah'a ayırmıştır, Efendimiz "bunu bana sat" buyururlar. "Fedâke ebi ve ümmi" deyip hediye etmeye kalkarsa da Efendimiz ısrarla fiyatını sorar. Bedeli ödense gerektir, hicret bedeni ve mali bir ibadettir zira... Yolda bir çobana rastlarlar. Efendimiz sütü çekilmiş bir koyunu sağıp da kapları doldurunca adamcağız sorarlar: -"Kimsin sen?" - Muhammed Resulullah - Mutlaka öyledir, amenna! Ve bir Müslüman daha katılır halkaya.. İlerler... Ufsan ve Emec üzerinden Kudeyt'e gelirler. Burada Ümmü Mabed'in çadırı vardır, Cidde Medine yolcuları bir miktar soluklanır, su, erzak alırlar. Gel gör ki o sıra elinde pek bir şey kalmamıştır. Efendimizin gözüne yine zayıf bir koyun ilişir. Bunu sağmamıza izin verir misin? Ümmü Mabed umursamaz, "Sağ ama bir şey çıkacağını sanmam." Halbuki kap taşasıya dolar, kana kana içerler, yine de artar. Gel de şaşma. Süraka o sıra Kudeyt'te bulunmakta, Müdlic oğullarında konuk kalmaktadır. Üç develi bir kafileden bahsedildiğini duyunca atlanıp pusatlanır, takibe çıkar. İz sürmekteki maharetini konuşturur, altındaki cins küheylan mesafeyi kapatmaya başlar. Nal seslerini duyunca Hazret-i Ebubekir öne çıkar. Bedenini siper etmeye bakar. Efendimiz sakindir, "üzülme Ebubekir Allah bizimle" buyururlar. Aralarında üç beş kulaç mesafe kalmıştır ki Süraka'nın atı zemine saplanır. Süvarisini üstünden atar. Kum kum kum, ortalık toz duman. Süraka fevkaladeliği fark edemeyecek kadar saf değildir. "Ya Muhammed! Allah'a dua et de kurtulayım, söz dokunmayacağım sana!" Efendimiz dua buyurur, ortalık durulur. Süraka "İnanıyorum ki senin şanın çok yüce olacak" der, "Gün gelecek bütün Arabistan sizden sorulacak. O gün için bir amanname verebilir misiniz bana!" Efendimiz emrederler, Hazret-i Ebubekir bir kemik parçası üstüne yazar. Süraka halis Müslümandır artık (Radıyallahu anh), takipçileri tek tek karşılar ve alakasız yerlere yollar. NEREDEN NEREYE? Ödül avcılarından biri de Büreyde'dir, üstelik tek değildir, 80 arkadaşıyla çıkar yola. Kafileyi kolayca bulur ve kuşatırlar. Efendimiz sorarlar "Men ente? (Sen kimsin?) - Büreyde! - Berede emruna (içimiz serinledi). - Hangi kabiledensin? - Eslemlerden. - Oh, Selimna (selamete erdik). - Kimlerdensin? - Sehmoğullarından. Onu da hayra yorar "Harece sehmük" buyururlar. Üç cümle ile Büreyde ayrı bir iklime yelken açar, gönlünde kuşlar, kelebekler, goncalar... Birkaç deve için bu güzel insana kıyılır mı? Asla! Arkadaşları da farklı değildir, topyekun Müslüman olur, Allah'ın Habibini ağırlarlar. Fahr-i âlem o akşam Büreyde'ye Meryem suresini okur ve anlatırlar. Bu ne ilimdir ya Rabbi! Genç muharip mum gibi eriyip akar. Ertesi gün Sehmoğulları Efendimizi muhafız kıtası gibi sarar, ortaya alırlar. Önde cins atıyla Bureyde, sarığını çözüp mızrağa bağlar. Öyle ya Medine'ye girerken Resulullah'ın bir bayrağı olmalıdır... Bayraktarı da! Seyyid-ül Beşer onu meth buyururlar. AY DOĞDU ÜSTÜMÜZE Harre sırtları... Müminler Efendimizi beklemekteler hasretle. Eller gözlere siper, gözler ufukta gezinmekte... Kutlu misafirleri ilk fark eden bir Yahudi olur: "Ya Ben-i Kayle! Hazâ ceddüküm kad cae!" Medineliler hazırlıklıdırlar, sırtlarında en güzel libaslar, yıkanmış, taranmış, ıtırlanmıştırlar. Yanlarında süt kaseleri, meyveler, hurmalar... Ağızlarına bir ilahi dolanır, birlikte haykırırlar. "Talael bedru âleyna!" O Günlerde 8- 9 yaşlarında olan Enes Bin Malik "nasıl sevinçliydik anlatamam" der, "hep birlikte koşuyorduk çığlık çığlığa... Köleler, kadınlar, çocuklar!" Yüzü suyu hürmetine kainatın yaratıldığı server geliyor, gören saadete eriyor. Söyleyin nasıl durur insan? Eğer bir bakışla "sahabe" olacaksan. Resul-i Ekrem üç gün Kuba'da kalır ve bir mescid inşasına başlarlar. İlk taşı bizzat koyar sonra Hazret-i Ebubekir'e döner ve "taşını taşımın yanına koy" buyururlar. Sonraki taşı Hazreti Ömer, sonraki taşı Hazret-i Osman koyar... Sıralamadaki inceliğe bak. Ranuna vadisinde (Cuma mescidi) namaz kıldırır, hutbeye çıkarlar. Sonra Medine'ye vasıl olurlar. Kusva'nın yularına asılan asılana... Elbette bütün müminler Fahr-i alemi konuk etmeyi arzular. Aynı havayı soluyacaksınız, döşeğinize oturacak, sofranıza buyuracak. Ne şeref ama... Efendimiz kimseyi kırmaz "deveyi kendi haline bırakın" buyururlar, misafir kalacakları evin seçimine karışmaz, birilerini incitmekten pek sakınırlar. Sonrasını biliyorsunuz... Hangi İstanbullu bilmez ki? Hazreti Ebubekir Peygamberin sadık dostuKUŞLAR DA ORADA... Bir güvercinin bir kayaya en yakıştığı mekan... Sevr Mağarasındayız. Mucizeyi bilenler bir hoş oluyorlar.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.