Kervanlara saraylar...

A -
A +

Anadolu, Türkler girinceye kadar güvenli bir yer değildir. Devlet otoritesi yoktur ve her yörede ayrı kabile, her geçitte başka şakiler ferman okuturlar. Tüccarlar üç beş deve yükü malı korumak için düzine ile silahşör tutar, bu masrafı elbette maliyete ilave eder, fiyatları katlarlar. Bizans imparatorları sureta bir imparatordur sözü; değil dağdaki eşkıyaya, sarayındaki adamlara bile geçmez, kimse onun tatlı hatırı için sefere mefere çıkmaz. Sultan Alparslan Anadolu'ya girdiği günden itibaren ticaret yollarını emniyete alır, bundan Rumlar Ermeniler de istifade eder ve çok memnun kalırlar. Öyle ki gün gelir, henüz ondördüne girmiş ay simalı bir genç kız, koluna bilezikleri, ayağına halhalları, göğsüne dizi dizi altınları sıralayıp bir şehirden bir şehre yürür. İlişen karışan olmaz. Kılıcı gösterir, kullanmaz Peki ya biri sataşırsa? Mümkünü mü var? Türkler haydutluk yapanı iğnenin deliğine girse bulup çıkarır, ibret-i âlem için orta yerde yargılarlar. Yol kesen eşkıya kolunun kesileceğini, cana kasteden katil kellesinin gideceğini iyi bilir. Onları affetmek hakkı sadece mağdurların elindedir. Peki kadılar sabah akşam hüküm verir, cellatlar üç vardiya mesai mi yaparlar? Nerdeee? Bilirsiniz Osmanlılar her şeyi kâğıda döker ve özenle saklarlar. Belgelerden öğrendiğimize göre 6 asır boyunca sadece iki el kesme vakası uygulanır. Kılıcı gösterir ama kullanmak zorunda kalmazlar. Şakiler, "ceza net ve anlaşılır olduğu için" uslu uslu otururlar. Resullullah Efendimiz de (Sallallahü aleyhi ve sellem) ticaretle uğraştığından olsa gerek Müslümanlar ticarete çok önem verir, tacirlerin rahatını sağlamaya bakarlar. Hayır sahipleri hanlar, hamamlar, yollar, köprüler, çeşmeler yaptırırlar. "Yolcu duası makbuldur" müjdesinden hisse almak için kervansaraylardaki hizmetleri ilk üç gün için (ki bir yolcuya fazlasıyla yeter) ücretsiz sunarlar. Yorgun insanlara (müslim, gayrimüslim ayırmadan) döşek serer, yemek çıkarırlar. Dahası ahır, ambar ve hamamı "bilabedel" kullandırırlar. Büyük kervansaraylarda hekim ve baytar bulundurur, revirin kapısını daima açık tutarlar. Diyeceksiniz ki bu değirmene su mu yeter? Öyle değil işte, ticaret geliştikçe insanlar zenginleşir, ortalıkta büyük paralar dönmeye başlar. Sahraya çil çil kubbeler serper, beldeleri imar etmeye bakarlar. Evliya Çelebi'nin anlattığına göre Enişte Hasan Paşa Kervansarayı, muhteşem bir kaleyi andırır ve tam 90 ocaklı odası vardır. İmaretten medreseye her eksiği düşünülür, imam, müezzin, kayyum, katip ve muhafızlar atanır. Süvariler için koğuş, hizmetliler için lojmanlar hazırlanır. Her yıl 3200 okka bal ve 4400 okka sade yağ kullanılır ki varın eti, unu, bulguru siz hesaplayın. İbn-i Battuta Kastamonu'da Türkler kervansaray yapımında da fıkhi kaideleri göz ardı etmez her fersaha (bir günlük yol=36 kilometre kadar) bir han yaparlar. Zaten şehrinden üç fersah açılanlar seferi olurlar. O devir seyyahları Anadolu ve İslam coğrafyasında 10 bin civarında han olduğundan bahs açarlar. Bunların herbirini anlatmak bu sayfanın boyunu aşar ama İbn-i Battuta'nın hatıralarından birini nakletmekte yarar var: Kastamonu'dan yola çıktıktan sonra güzel bir köyde Ahilerin misafirhanesinde kaldım. Burayı Emir Fahreddin adlı bir hayır sahibi yaptırıp vakfetmiş. Bakımı ve işlerin tedviri için kendi öz oğlunu vazifelendirmiş. Misafirhanenin yanında nefis bir cami, karşısına da sıcak sulu bir hamam koydurmuş ki gelip geçen yıkanıp paklana. Köyde şirin bir çarşı kurdurmuş, buranın geliri de vakfa gidiyor. Mekke-i mükerreme ve Medine-i Münevvere'yi ziyaret için yola çıkan fukaralara vakıftan bir kat elbise veriliyor. Yemeklerde et, pilav, tatlı eksik olmuyor. Ben kuytu köylerde bile teşkilatlanan ahilere hayran oldum. Bu müesseseyi duyurmak gerek.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.