Mahkemeden kaçtı kurşuna yakalandı!

A -
A +
Talat Paşa hızla yükseldiği zirveden yuvarlanırcasına düşer aşağıya. Hesap sormasınlar diye Almanya'ya kaçar ama bu defa da Ermeni militanların elinden kurtulamaz.Mahkemeden kaçtı kurşuna yakalandı!SIKINTILI SADRAZAM Talat Paşa'nın sadarette bulunduğu aylarda imparatorluk hızla dağılır, İstanbul'a acı haberler yağar. Darbeciler, iktidarı kolayca ele geçirmişlerdir, ama ülke yönetmek sandıkları kadar kolay olmaz. İttihatçılar Babıali Baskını ile 12 kişiyi kurşuna dizer, Harbiye Nazırı Nazım Paşayı da katletmekten kaçınmazlar. Teşkilat darbe sonrası kurulan Mahmut Şevket Paşa kabinesinde kilit noktaları elinde tutar, Said Halim Paşa hükümetinde de müessir rol oynar. Talat Bey Dahiliye Nazırı olur, orduyu ise Enver Bey'den sorarlar. Her dediklerini yaptırırlar. Öyle ki imparatorluğu savaşa sokacak kadar. Saçını sakalını devlet hizmetinde ağartmış isimlerin gözü bunlardan öyle yılar ki kenara çekilir, ayaklarına takılmazlar. Hal böyle olunca "orta ikiden terk" tahsilsiz tecrübesiz Talat Paşa'yı Sadaret gibi ciddi bir makama oturturlar. Bakın burada hakkını yemeyelim, Talat Paşa önceleri itiraz eder, "ben müşirlikten vezirlikten gelmedim, devlet umuru görmedim" der, "bu iş beni aşar." Diğerleri çay ikram edercesine rahattırlar "aaa güceniriz ama" derler "bizi kırma!" Çeteciler çocuklar gibi şendir, ben harbiye nazırıymışım aslanım... Sen de Başbakan! Ebelemece, kovalamaca! Evet, Milliyetçi vatanperver olabilirler, lakin nakıstırlar, oturdukları makamın ağırlığını kaldıramazlar. Halka habire masal anlatırlar. Kızıl sultandan kurtulmuş, hürriyete kavuşmuşlardır ya tamam. Pek yakında İran, Turan, Hind, Sind ellerine geçecek, Afrika'da Kafkaslar'da ferman okutulacaktırlar! Toydurlar, maceracıdırlar, savaşa girmeyi oyun sanırlar. BU MU HÜRRİYET? Talat Paşanın 20 aylık iktidarında memleket adeta kurur, mal, can, namus emniyeti kalmaz. İstanbul ilk kez örfi idare ile tanışır, muhalif gruplara karşı "sürek avı" başlar. Savaşa girilince Almanlar da emir buyurmaya başlar, memleketimizi müstemleke sanırlar. Bir anda davullar vurulur, bekçiler avaz avaz bağırırlar: "Filan gün vakt-i zevale kadar askerlik şubesine müracaat etmeyenler... İdam ha idaaaam!" Şu şu şu tarihlerde doğanlar kışlık elbiseleri ve 5 günlük tayınlarıyla 24 saat zarfında belirtilen mahalde olmazlarsa..." Bu arada askerin zihnini bulandıran müfsidlerin cellada yollanacağını da ekler, gereksiz yere korku salarlar. Savaş bu kolay mı? Hele borç gırtlağı aşmışsa... Talat Paşa fevkalade vergiler (tekalif-i harbiye) koymak zorunda kalır. Bu da uyanıkların işine yarar, kaşla göz arasında mağazaları boşaltırlar. Kadın çamaşırı, sofra takımı, havyar... Artık ne bulurlarsa... Katır, sığır liste başıdır zaten, götürürken sormazlar. Çeteciler birden bire at ve araba sahibi olurlar, bir elleri devlet ambarındadır arpa fiyatlarını umursamazlar. Halk İstanbul dışından yiyecek getirmek zorunda kalırsa da yasaklanır, çıkınlara bile bakılır. Hatta Bandırma'dan somun yapıp gelen bir ekmekçi kadının bütün sermayesine el koyarlar. Kadın yıkılır, kendini denize atar. Sudan çıkarıldığında yarı baygındır, iskele komutanı "atın mezarlığa gitsin" der, önemli olan ekmektir, yaşlı bir kadın yaşasa n'olur, yaşamasa ne yazar? Derken gece sokağa çıkmak men olunur, İstanbul kapıları kapanır. Tabii çeteyle arası olanlar başka... Halk Galata'da buluşur, el kadar peynir, beş on zeytin takası yapar, avuç işi buğday, arpa... Bu pazarı da dağıtır, gıda satışını durdururlar. Tüccarlar mal taşıyamayınca fiyatlar tavan yapar. İttihatçılar şimendiferi ve vagonları yandaşlarına kullandırır, deli para kaldırırlar. Vagon başına 2500 lira... Bir sürü aracı peydahlanır, simsarlar sırada... 12 kuruşluk şeker üç yüze yükselir, gaz fiyatları el yakar. Harp zenginlerinin keyfi yerindedir, para saymaktan yorulurlar. Hayat yaşlılar için daha zordur, gariplerin malını mülkünü elinden alırlar. Şimdi dul bir kadın düşünün, koca konakta bir başına yaşıyor. Hiç yedirirler mi ona? Kapıya "filan bölük kumanda karargâhı" yazar, gelir postu yayarlar. Devletin şoförleri daha ziyade İtihatçıların karılarına çalışır. Köyünden kasabasından vatan kurtarmak için çıkan delikanlılar hanımefendilerin kaprisini çeker, bahçıvanlık, ulaklık, dadılık yaparlar. Bazı evlerde yarım düzine emir eri olur, ki sadece İstanbul'daki emir erleri kırk bini aşar. Köyünde ağasın, burada uşak... ASAYİŞ BERKEMAL Memleket (bilhassa İstanbul) casus kaynar Haydarpaşa istasyonundaki meçhul patlama ile ortalık kalkar kopar. Düşünün Harem'e, Kadıköy'e gökten demir yağar, cam çerçeve kalmaz. Kayıp büyüktür ama İttihatçılar ceset saymaz. Ortada devlet olmayınca insanlar haklarını kendi arar, bu yüzden manasız kundaklamalar çıkar. Yangınlar kasıp, kavururlar. Çeteciler her şeyin en iyisini bilirler, hekimdirler, mühendistirler, baytardırlar. Bir seferinde çürük bir gemiye tepeleme buğday yığarlar. Kaptan "etmeyin tutmayın" diye yalvarır "bu tekne bu yükü kaldırmaz". Başındaki zabit "sus bre" der "ne deniliyorsa onu yap!" Yapar ve batar! Millet süpürgelerde tohum ararken, belki bin ton buğday elden çıkar. Ne bir zabıt, ne hesap. Efendim Harp hali... Olur o kadar! Yokluktan kıtlıktan hastalıktan nice insan ölür ama kaydı tutulmaz. Aman ölen ölsün, onlardan çok vardır nasıl olsa. Zamanla tren tramvay durur, kefen bezi karaborsa... Mevtalar örtü döşeğe dolanıp defn olunur, çarşaf perde ne bulunursa... Men-i ihtikar komisyonu kesesine çalışır. Eh ciğer kediye bırakılırsa... Görülmemiş bir salahiyet kargaşası yaşanır, askeriye, mülkiye, belediye herkes her şeye burnunu sokar, imza atan atana, mühr vuran vurana... Eskiden bir sultan vardır, şimdi herkes sultan... Anlayan, anlamayan... İkide bir yeni iaşe nazırı atanır, küpünü dolduran çekilir kenara... İttihat ve Terakki musluğun başındadır, vagon tacirleri cemiyete başvururlar. Bu arada İstanbul'a kara haberler yağar, Alman ve Avusturya ordularının yenildiği duyulur, Irak, Suriye, Filistin elden çıkar. İşin acı yanı zamanında gereksiz yere efelenen İttihatçıların sulh isteyecek yüzleri kalmaz, cenazeyi gömsün diye Ayan Âzası Müşir Ahmet İzzet Paşayı öne iter, kendileri sağa sola sıvışırlar. Talat Paşa öyle bir panik içindedir ki Sadaretten istifa ettiğini bile duyurmaz. Gece karanlığında şapka takıp, kılık değiştirir, bir Alman torpidobotuna atlayıp Sivastopol'a kaçar. Oradan Almanya. Yurt dışına çıkan çıkar, kaçamayanlar maske takarlar. Kurtlar kuzulaşıverir, aman bir kibarlaşır, bir efendi olurlar. Zihinleri bulanıktır hâlâ, çeteciler arasında manda (himaye) isteyenler ciddi bir yekun tutar. Dün İngiliz'e mermi sıkanlar, Kraliçeye saygı sunar, görgüsüz savaş zenginleri Britanyalı mürebbiye ararlar. Rumlar aşikare şenlik yapar, Ayasofya'ya Bizans bayrağı asmaya kalkışırlar. Türkleri aşağılar, biz zaten Yunan vatandaşıyız demeye başlarlar. Patrik eteğini tuttuğu gibi Londra'ya koşar, dönüşte bir tafra, bir tafra, sanki İstanbul'u ondan sorarlar. Fener devlet içinde devlet olur, yandaşlarından vergi alır, Yunan ordusu için gönüllü toplar. Artık bayramlaşmalara da katılmaz, birlik beraberlik mesajlarına imza atmaz. Bakın, Museviler daha ihtiyatlıdır, iki tarafa da boncuk dağıtırlar. KARA GÜNLER İtilaf donanması İstanbul'a dayanınca Rumlar sevinçten kudururlar. Fransız General şehre kır bir atın üstünde girer, hani Fatih'e nazire yaparcasına! Zafer kazanmış imparator edası! Sanırsın Sezar! Artık Türk subayları işgalcilere selam durmak zorundadırlar. Bu da onlara çok koyar. Hatta teğmenin biri selamlamadığı için babası yaşındaki Türk albayı tutuklatır, kodese yollar. İstilacılar trenlerde vapurlarda birinci mevkie kurulur, Türkler oturmasın diye üç kişilik yere yayılır, hatta yatarlar. Motosikletli devriyeler ortalığı toza boğar, inadına gaz açar, gürültü koparırlar. Karakollar, mektepler, hastaneler elden çıkar, Rami Kışlasına "Caserne Cleman-ceu" levhası asarlar. Meclis-i Mebusan-ı da basar, azalarımızı Malta'ya yollarlar. Derken 150 bin kadar Rus İstanbul sokaklarına yayılır, kumar, fuhuş kol salar. Alkol tüketimi katlanarak artar. Bakın şu işe ki ekmek parası bulamayan hovardalar, Nataşalara servet yağdırırlar. Türk kadınları da Rus yosmalarına özenir, saçlarına örme file dolar, akıllarınca şekil yaparlar. Yerli Hıristiyanlar şapka takar, kimliklerini bulurlar. İşgalciler feslileri tahkir eder, iter, kakarlar. Silah arama bahanesi ile yapılan ev aramalarında ziynetler buharlaşır, basın sansürün kralı ile tanışır, gazeteler bembeyaz çıkar. (Şevket Rado "Eski bir zabitin ağzından" - Hayat Tarih - Şubat, Mart, Nisan, Mayıs 1971) ERMENİ KATİLLER Talat Paşa Almanya'da da huzursuzdur. Başı üstünde iki kılıç sallanmaktadır. Biri bizi bu hale düşürdün diyen Türkler, ikincisi sözde tehcir ve katliam davası ile sıkıştıran Ermeniler. İkinci iddia asılsızdır ama Talat Paşa bunu ciddiye alır, mufassal bir müdafaa hazırlar. Hatıralarında Rus subaylarının sözlerine de yer verir, Ermenileri yalanlar. Ki bizce de haklıdır, Türkler mayaları gereği katliam işkence yapamazlar. Onca Mehmetçiğe mal olan savaşa gelince bu konuda savunmaya bile gerek duymaz. Zaten İttihatçılara göre Anadolu çocuklarının kıymeti harbiyesi yoktur. Ana kuzularını yazlık libaslarla Allahuekber dağlarına yollayan, Çanakkale'de lise talebelerini (talime çıkarmadan) mevzilere dolduran, mitralyöz üstüne süngü hücumuna kaldıran mantık budur işte! Şan olsun, alkış kopsun, yapılacak çıkışın kaç vatan evladına mal olacağını umursamazlar. Neyse... Talat Paşa Berlin'de yapayalnız kalır, sık sık tehdit telefonları alır. Ancak kendisine "koruma" teklif eden Alman makamlarına "vurmak isteyen vurur" der, "çünkü ben kimi istedimse vurdurttum". Nitekim Taleryan adlı bir katil cadde ortasında sırtına sıkar (1921). Uğruna savaşa girdiğimiz, koskoca imparatorluğu dağıttığımız Almanlar katili yakalar ama arka kapıdan salarlar. "İtiraf etmesine rağmen" yargılama lütfunda bulunmazlar. Demek ki küfür tek millettir, İngiliz ne kadar dostsa, Alman da o kadar... Talat Paşanın naaşı ancak bir başka İttihatçının (İnönü'nün) iktidarında yurda getirilir (1944), Abide-i hürriyet tepesinde toprağa bırakırlar. Türk oğlu Türk! Talat Paşa'nın soyu hakkında değişik yazılara rastlıyoruz. Yok Yahudi asıllıymış da filan. Bunlar çirkin şeyler, insaf sahibine yakışmaz, insan ebeveynini seçme şansına sahip değildir zira. Türküm diyorsa öyle kabul etmek zorundayız, kaldı ki babasının nasıl muhterem biri olduğu ortada... Bazıları da Çingene der, değildir ama olsa ne yazar? Esmer kardeşlerimiz saf temiz Müslümanlardır, en zor günlerinde bile imparatorluğa sadık kalırlar. İttihatçıların vatanseverliğinden de şüphemiz yok aslında. Din, devlet, millet uğruna gayret sahibi oldukları vakıa. Ancak gençtirler, acemidirler, kibre kapılırlar ve çok kötü kullanılırlar. Ah! Abdülhamid Han'ı anlayabilselerdi de, tabi olabilselerdi sultana... Cihan harbine karışmamış, ordusunu dağıtmamış, petrol yataklarından kopmamış, mimarını mühendisini yetiştirmiş ve sanayi hamlesine girişmiş bir Türkiye düşünebiliyor musunuz? Kırık dökük Yunan birliklerine karşı Kurtuluş Savaşı verdiğimiz yıllarda süper güç olabilirdik pekala! Yazık... Gel de kahrolma! Mahkemeden kaçtı kurşuna yakalandı! BERLİN sokaklarında Talat Paşa Almanya yıllarında, Ermeni militanların bir gün kendisini kurşunlayıp sıkıştıracaklarını hisseder, hatta eşi Hayriye Hanım'a; "Beni sokak ortasında vuracaklar. Yatakta ölmek nasip olmayacak" diye dert yanar. Mahkemeden kaçtı kurşuna yakalandı!ORDU DONATACAK KADAR İmparatorluğun güçten düştüğü yıllarda Ruslar ve İngilizler, Ermenileri silaha boğar, eli kanlı teröristlerin katliamlarına alkış tutarlar. İşte Ermenilerden ele geçirilen silahlardan bir kısmı...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.