Neden 16 şerefeli?

A -
A +

Sultan Ahmed denince aklımıza hemen, adıyla anılan cami gelir. Bu sadece cami değil, medrese, darülkurra, sıbyan mektebi, türbe, dükkânlar, hamam, darüşşifa, imaret, kasr-ı hümâyun, asker odaları ve üç sebilden oluşan bir külliyedir. Sultan, Mimar Sedefkar Mehmed Ağa'dan 6 minareli bir cami isteyince garibim tereddüt eder zor anlaşılır bir sesle "ama sultanım" diye mırıldanır. Sultan sorar "aması ne?" -Harem-i şerifin bile 6 minaresi yok, böylesi yakışık alır mı? -Öyleyse önce Harem-i şerife git, Kâbe-i muazzama'nın etrafındaki minareleri 8'e çıkar, sonra gel bu camiye başla. Öyle de yaparlar... Hâzâ pırlanta... İstanbul'un Haliç yüzü kubbelerle minarelerle bezelidir, şimdi Marmara'dan gelen gemilerin karşısına da azâmetiyle dikkat çekecek bir cami çıkarmak gerekir. İşte Sultan Birinci Ahmed Han bu vazifeyi üstlenir ki bu cami Osmanlının ihtişamını, kudretini, zarâfetini göstermelidir. Câminin temeline ilk kazmayı padişah (1609) vurur. "Ya Rab! Ahmed kulunu avf eyle" diye yalvarıp eteğiyle toprak taşır, sırtında taş getirir. Bu muhteşem eser 1616'da bitirilir. Altı minârenin dördü üçer, ikisi ikişer şerefelidir. Bu 16 şerefe 16'ncı padişahı işaret etmektedir. Kubbe dört kemerle, dört büyük fil ayağı üzerine oturtulur ve Ayasofya kubbesini 2.6 m (çapı 24 yerden yüksekliği 43 metre) geçmektedir. Ancak cami Ayasofya gibi hantal değildir, mâhirâne yerleştirilen 260 pencere sâyesinde ferah bir hava estirilir. Kubbe sanki havada asılı durur, İznikli Hasan Ustanın mavi ve yeşil örgülerle süslediği 21.043 parça çini mekana derinlik verir. İşte bu yüzden Avrupalılar onu "Mavi Câmi" diye isimlendirir. Câminin hatlarını devrin büyük üstatlarından Diyarbakırlı Seyyid Kasım Gubârî yazar. Bu mübarek öyle sanatkârdır ki pirinç tânesi üzerine ihlâs-ı şerîfi sığdırabilir (bu pirinç Topkapı Sarayında muhâfaza edilmektedir). Mihrap, hünkâr mahfeli, minber, panolar, taç mermer işçiliği ve oymacılık sanatının şâheserleri olarak bilinir. Renk renk taşlardan, oyulan yaprak, lâle, çiçek motifleri emsalsizdir. İç avludaki şadırvan su içmek içindir, abdest muslukları (belki avluya abdestsiz girilmesin diye) câminin dışına dizilir. Yine Sultan Ahmed'in Topkapı Sarayı önüne yaptırdığı çeşme Lâle Devrinin şaheserlerinden biridir. Bu çeşme, bağımsız yapı karakterinin bütün özelliklerini yüklenir. Devrin ünlü şâiri Seyyid Vehbî'nin 28 beyitten meydana gelen ünlü kasîdesi nefis bir mermer üzerine işlenir. İtalyan edebiyatçı Edmonde Amicis "İnsan elinin oyup işlemediği yer kalmamış" der, "zarâfet, sabır ve servetin harikası. Hiç şüphesiz billûr bir fânus altında korunmaya değer. Kimbilir, bu eşsiz pırlanta ilk günü nasıl parlıyordu? Onu bir defâ görmek, hayâlinin ölünceye kadar hâfızadan silinmemesi için yeterlidir." Sorgucunda ne var? Sultan Ahmed çok dindar bir padişahtır, Haremeyn'e gidip güzel Kâbe'nin ve Nurlu Ravda'nın eşiğine yüz sürebilmeyi çok arzular ama Celâli isyanlarından buna fırsat bulamaz. Sarığının sorgucunda Efendimiz'in kadem-i saadetlerinin (ayak izlerinin) resmini taşır, ona köle olmaya bakar. Yazdığı içli şiirle sevdasını şöyle dile getirir: N'ola tâcım gibi, başımda götürsem daim Kademi durur Hazret-i Şahi Resûlün Gülü, gülzârı nübüvvet o kadem sahibidir Bahtiya durma yüz sür kademine o gülün...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.