Şehit Derviş Gülbaba

A -
A +

İnsanın "nereden nereye" diyesi geliyor. Bir zamanlar İstiklal Caddesi'nin bulunduğu yerde güpegündüz kaybolabilir, saatlerce yürüseniz bir Allah'ın kuluna rast gelemezdiniz. Zira Galata surlarının hemen dışında yabani bir hayat başlar, tabiri caizse in cin top oynar. Meraklılar bu civarlarda ava çıkar. Tünelde kapan kurar, Taksim'de pusu atarlar. Acemiler "keklik uçmasaydı, tavşan kaçmasaydı" diye bahane ararken ustalar sadağındaki ok sayısınca bıldırcın vurur, keyifle mangal başına otururlar. II. Bâyezid, dervişmeşrep bir sultandır, can yakmaktan hoşlanmaz ama sıkıntılı geçen birkaç günün ardından "şöyle bir açılsak ferahlarız" diyen vezirlerini kıramaz. Hamlığımız gitsin deyip atlarına atlar, bahsi geçen havaliye vururlar. Muhafızları keskin gözlerle uçanı kaçanı keser, o tesbihinden tane yuvarlar. Hava kararınca İstanbul havası değil mi güven olmaz, nitekim ansızın döner, çatır çatır bir ayaz çıkar. Yüksek dallarda inceden bir uğultu başlarken kül renkli bulutlar semayı kaplar. Artık doluya mı tutulurlar tipiye mi yakalanırlar bilinmez ama bu kuytu köşede yıkık ahır bile bulunmaz. Tam Çukurcuma'dan Galatasaray'a doğru çıkmalı olmuşlardır ki davetkâr bir dumanın farkına varırlar, patika şirin bir kulübeciğin önüne çıkar. Hayret bu bahçede ne soğuk vardır, ne de rüzgâr. Ak sakallı bir derviş sanki yaz günüymüş gibi güllerini sular. Bütün yamaç kara ve grinin tonlarına bürünmüşken bahçe alev alev yanar. Bir yanda kehribar sarısı tomurcuklar, öbür yanda kan kırmızı goncalar. Sanki bir yerlere gül yağı fıçısı devrilmiştir, ortalık mis kokar. Nur yüzlü veli, misafirlerini dostça karşılar, kapısını muhabbetle açar. Minik bahçede sanki mevsim değişir, adeta baharı solurlar. Üstelik el kadar kulübeye iki manga asker sığar, bir sahan pilavla alayı doyar. Sonra ancak nasiplilerin kavuşacağı bir sohbet başlar. Kâh ümitlenir, kâh korkarlar, içli içli gözyaşı döker, kirlerden paslardan arınırlar. Gönülleri Allah ve Resulünün aşkı ile dolar, yürekleri dolu dolu vurmaya başlar. Kar, bora, fırtına... Artık ne yağarsa yağar, hava durulur, güneş açar. Bayezid-i Veli ayrılırken Gülbaba'ya bir arzusu olup olmadığını sorar. Sevimli ihtiyar kendisi için bir şey istemez ama belli belirsiz sesle "Sultanım şu tepeye bir mektep kurdursan ne iyi olur" buyururlar, "mâlum devletimizin okumuş adama çok ihtiyacı var!" Galatasaray'a mektep Padişah bu arzuyu kırmaz, koca araziyi duvarla çevirir, içine bir cami, her biri 200 talebe alan üç koğuş, mutfak, hamam yaptırır, başına becerikli bir adamını (Ak Ağa'yı) koyar. Birkaç yüz istidatlı çocuğu tedrise alır, giydirip kuşatırlar. Arabi, Farisi, kıraat, hüsn-u hat okutur, kimini süvari, kimini kemankeş olarak ayırırlar. Gülbaba da himmet eder, gençlere ruh kazandırmaya bakar. Kanuni bu mektebi teşkilatlandırır, Galatasaray'dan icaze (diploma) alanları hazine-i hümayun ve kiler ağalığına atar. Hasılı pırıl pırıl gençler devlet hizmetine koşarlar. Aradan yıllar geçer. Sultan II. Mahmut gençlerin Frenkçe okumasında bir beis görmez. Böylece fen ve tıp alanında birçok yenilikten haberdar olurlar. Tuna boylarında Neyse biz yine Gülbaba'mıza dönelim... Kanuni, Macaristan Seferi'ne çıkınca ihtiyar derviş de orduya katılır bu kez asker evladlarını etrafına toplar ve o güzel üslubu ile saadet asrını, Medine Devletini, dört halifeyi, ehl-i beyti ve sahabe-i kiramı (radıyallahü anhüm) anlatıp ufuklarını açar. Sultan Süleyman'ın yiğitleri Macarları, kan dökücü ve baskıcı bir devlet olan Avusturya İmparatorluğu'nun kıskacından kurtarırlar. Gülyüzlü Gülbaba, Macarların da gönlünü kazanır, ahali sarıklıları bağrına basar. Ancak Budin'in fethi kolay olmaz, gök renkli zırhlara bürünen şovalyeler iri atlara biner ve dalgalar halinde saldırırlar. İşte o hengamede kâfirin biri kırılasıca mızrağını Gülbaba'nın nurlu göğsüne saplar... Cenaze namazını Ebûsuud Efendi kıldırır, ardında cihan padişahı saf tutar. (1541) Onu Tuna nehrinin yamaçlarında toprağa bırakırlar. Macarlar da unutamaz Gülbaba Hazretleri, Ahmet Yesevi, Şah-ı Nakşibendi ve Hacı Bektaşi Veli'nin izinde gider. Kitaplarda yazanları maharetle yoğurup kıvamında sunar. İşte bu yüzden Macarlar Gülbaba'yı unutamaz, mübareğin filmlerini yapar, kırk değişik şekilde sahneye koyarlar. Macar ressam F. Eisenhut, "Gül Baba'nın Şehâdeti" adlı tabloya çok özenir, ne kadar marifeti varsa ortaya koyar (bu tablo Macar Büyükelçiliği'nde asılı durmaktadır). Hatta Danimarkalı Andersen bile bu sevgiden etkilenir, tutar hayatını (1841) yazar. Hasılı Macar edebiyatında, sinemasında ve operasında Gülbaba önemli bir yer tutar. Ya Bayezid-i Veli'inin açtığı mektep? Galatasaray Sultanisi imparatorluğun en gözde eğitim yuvalarından biri olur, buradan vatanına milletine bağlı gençler yetişir, küffar Çanakkale'ye yüklendiğinde istisnasız bütün talebeler cepheye koşarlar. Galatasaray Sultanisinde okuyanlar Gülbaba'nın hatırasını yaşatmak için kulübesinin bulunduğu mıntıkaya sembolik bir mezar yapar, mezun olanlar mutlaka bu nurlu eşiğe gelir, bir fatiha okuyup vedalaşırlar. Bu âdet halen devam eder, Galatasaraylılar o güzel insandan feyz ve hız alırlar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.