Selanik'te Türk izi ararsan..

A -
A +
Selanik İzmir'e benziyor. Selanik İzmir'e benziyor. Selanik İzmir'e benziyor...
Selanik'te en çok duyduğum cümle bu oluyor. İzmir'i az çok bilirim, bakalım benziyor mu acaba? 
Evet Kordonboyu'nu andıran bir sahilleri (Nikis) ve Kadifekale'ye benzer bir kaleleri (Yedikule) var. Onlar da fayton sefası sunuyor, albenili arabaları, bakımlı atlara çektiriyorlar. 
Selanik'te  imbat meltem esiyor mu bilmem ama Ege aynı sevimliliği ile çalkalanıyor.
İzmir'in sembolü Sultan Abdülhamid-i sâniden yadigar saat kulesidir malum, Selanik armasında ise Kanuni Sultan Süleyman'dan kalma beyaz kule kullanılıyor.
Rumlar Selanik'i ele geçirince günahından kararan (!) kuleyi vaftiz ediyor, beyaza boyayıp ağartıyorlar akılları sıra. 
Kulenin etrafı açık alan, yürüyenler, güneşlenenler, sımışka çitleyenler, pedal basanlar. Yunanlılar rahat bi millet gece yarılarına kadar yiyip içmekten yorulduklarından olsa gerek öğlene kadar mesai yapabiliyorlar. Dükkanlar gün ortasında (siesta) kepenk indiriyor.
Sahile bağlanan antika tekneler bir nevi birahane, zaman zaman açılıyor kısa liman turları yapıyorlar. Binip de şehri denizden çeksem...  Ancak volüm özürlü müzik yüzünden cayıyorum, başıma ağrılar girecek yoksa.
Seyyarlarda közde mısır, kâğıt helva, kestane kebap!  Ne bileyim sanki tarzları İstanbul kokuyor. 
Rumlarla ortak lezzetlerimizden biri de simit, onlar da çıtır gevrekle açlık yatıştırıyor. Gelgelelim martılara atmayı keşfedememişler henüz, zavallılar da n'apsın, balıkla yetiniyor.
Caddeler İzmir'le  kıyas edilemeyecek kadar sakin.  Halbuki trafiği rahatlatmak için para harcamamışlar, alt-üst geçit görmüyoruz, lambalar uzun uzun yanıyor.
Peki ortalık neden boş? Bunun iki sebebi var, biri motosiklet kullanmaları, diğeri de durgunlaşan ekonomi.  Bakıyorum da benim diyen semtlerde bile metruk dükkanlar, kırılmış camlar.  Arabaların üzerinde ayların tozu duruyor, kaldırımlarda çöp dağları uzanıyor...
Bir bitkinlik bıkkınlık hali, bakmışlar düzelesi değil, koyvermişler yoluna.
 
TEK MERMİ ATMADAN
Selanik tam 4 asırlık bir Türk şehri. 1912 yılında durup dururken Rumlara teslim ediliyor. 
Niye? Çünkü padişaha kin besleyen Tahsin Paşamızın paşa keyfi öyle istiyor.
Maksat Osmanlı çöksün.  Akla ziyan işler oluyor. 
Bakın bir Bulgar tehdidinden söz edilebilir ama o günlerde civarda Rumların esamisi okunmuyor. Şehirde bini subay 40 bin askerimiz var, tabyalar kışlalar          eksiksiz, top tüfek tabanca herşey mevcut fazlasıyla.  
Ve okutup beslediğin, rütbe makam verdiğin adam kendisine emanet edilen şehri lütfediyor düşmana.
Ama arada anlaşmalar varmış!
Atina hükümeti hiçbirine uymuyor, askerlerimize esir muamelesi yapıyor. Firarlar yüzünden ordumuzun disiplini zedeleniyor. Rumlar şehirdeki 83 caminin neredeyse tamamını yıkıyor, tek minare bırakmıyor.
Rotonda Camisinin yanında bir minare var ama şerefesi külahı kırılmış minareden ziyade fabrika bacasını andırıyor.
Cami civarındaki çınarlar bile kesiliyor, mezar taşları un ufak ediliyor.
Şimdi daha teknik çalışıyorlar. Misal Hamza Bey camisini alttan alta oyup çökertmişler, yok metro yapıyorlarmış da...


OLMADI KOMŞU 
1912 evveli Selanik'te 83 cami, mektepler, medreseler, çeşmeler, sebiller bulunuyor. Bilhassa iskele binası ve şehir kapısı çok sanatlı ama sistemli bir şekilde yok ediliyor. Koca şehirde ibadet edilecek tek mekan yok, Türkler seccadelerini parklara seriyor.   

Bu ev o ev mi?
Okul kitaplarından tanıdığımız pembe ev Ali Rıza Bey'e mi ait yoksa Zübeyde Hanım'ın ikinci kocası Ragıp Bey'e mi?
Selanik'e giden her Türk ...Evet bildiniz Atatürk'ün evine götürülüyor...  Bazı Yunan araştırmacılar "Atatürk burada değil, Langaza köyünde doğdu",  bazıları da "tamam Selanik'te doğmuş olabilir ama kesinlikle o ev bu ev değil" diyorlar. Haklı olabilirler, çünkü  1917 Ağustos'unda çıkan ya da "çıkarılan" yangın Türk mahallelerini silip süpürüyor. Rum idareciler su kalmadı, hava rüzgarlıydı gibi bahanelere sığınsalar da yangın ancak yanacak bir şey kalmayınca sönüyor. Dile kolay tam 32 saat sürüyor.  Neticede 9500 ev,  4096 dükkan, 11 cami, 16 sinagog ve iki kilise kül oluyor, 70 bin kişi bi mekan kalıyor. Yunan hükümeti Türklere ve Musevilere ne tamir ne de inşa izni veriyor, biçareler n'apsın? Çekiyorlar çarıklarını yürüyorlar Anadolu'ya. Efendim Ali Rıza Bey 1888 yılında vefat ediyor. Zubeyde Hanım ertesi yıl, Gümrük Başmüdürü Ragıp Bey ile evleniyor... Ragıp Bey'in üç çocuğu var o sıra. Ruhiye, Hakkı ve Süreyya! 
İşte bu evin onlara ait olduğu söyleniyor.
Bahsi geçen evlilik yürümüyor, boşanıyorlar.  Zübeyde Hanım önce İstanbul'a yerleşiyor, bilahare İzmir Karşıyaka'ya.
Buna rağmen kesin ifadeli levhalarla karşılaşıyoruz, "Atatürk bu odada doğdu!", "Bu ağacı Ali Rıza bey dikti!"
Demek ki mevzu derin, pembe evin tartışılması istenmiyor. 
Hiç değilse eski bir Türk evine girmiş görmüş oluruz derseniz umduğunuzu bulamayacaksınız. Burası zemini parke döşeli modern bir bina. Ahşap namına bir şey kalmamış, merdivenleri bile gıcırdamıyor.
Bak şimdi söylemesem içimde kalacak, pembe de değil ayrıca. Gri mi desem, kül rengi mi yoksa? Belki eskiden de bu renkti de de bizim Ünite dergilerinin baskı kalitesi ona yetiyordu anca.
Öyle ya da böyle civar esnaf fırsatı değerlendiriyor, para basıyor adeta.
Eğer Zeus ve Sezar'ın alçı kabartmalarını alırsanız yarım Euro ama Atatürkler 2 eurodan başlıyor.  Doğrusu benzemiyorlar da, son derece uyduruk bir çalışma.
Pembe ev maketleri de avuç dolusu para. Şunnacık parçalar 20 euro!  "İsine gelirse pasam, alırsan al almazsan alma!" 

VENİZELOS'UN İKRAMI 
Elefterios Venizelos kanlı Anadolu macerasından sonra Türklerle dost kalmak zorunda olduğunu anladı. 1933 yılında Rum ailenin oturduğu eve levha astırarak beklenmedik bir jest yaptı. Ev 1937 yılında Selanik Belediyesi tarafından satın alınacak ve Cumhurbaşkanımıza bağışlanacaktı.

Neleri not almışım
Selanik Yunanistan'ın ikinci büyük şehri.  Büyük dediysek 1 milyon filan. Bizim Sefaköy, Yenibosna kadar anca. MÖ 300'lerde Makedon kralı Kasandros tarafından kuruluyor. Kasandros şehre eşi Thessalonika'nın adını veriyor. "Aman ne romantik, ne romantik" demeyin, eli mahkum verecek, Thessalonika İskender'in kız kardeşi oluyor zira...
Selanik bilahare Romalıların eline geçiyor.  O günlerden kalan eserler apartmanların altında kalmış, bir tek Galleryus kemeri duruyor.
Selanik'e tepeden bakan Yedikule Hisarı, Yıldırım Bayezit tarafından yaptırılmış. Şehir bir ara elden çıkıyor Bizans Valisi Manuel Paleologos hisarı yıktırıyor.
Şehir 2. Murat Han döneminde 2 defa fethediliyor ve kale ikinci defa yaptırılıyor.
YAHUDİLER UNUTSA DA...
Beyazıd-ı veli  1492'de İspanyollar tarafından  kıtır kıtır kesilen Yahudileri alıp getiriyor. Selanik ve İzmir'e yerleştiriyor. Yahudiler diğer Avrupa şehirlerinde korkudan kimliklerini saklarken burada İbranice konuşabiliyorlar çarşı pazarda.
Kale civarı Türk mahallesi imiş güya. Evler betonlaşmış, ne kafes kalmış, ne cumba.
Aristotales Meydanı için Selanik'in Taksim'i desek yeri var, şehrin nabzı burada atıyor zira. "Elefteria" (Hürriyet) Meydanı ise ihtilalcilerin (Jöntürklerin) yer altından çıktıkları mekan. Abdülhamid Han muhalifleri burada slogan atıyor. Şu an boş, otopark olarak kullanılıyor.
Selanik için bir gün iyi bir süre. Şehri tamamen gezebilirsiniz baştan başa. Eh bir de becerikli rehberiniz varsa, nokta atış yapar, zaman kaybetmezsiniz boşuna.
Ege bildiğimiz Ege. Mevsim kışa uzanmasına rağmen, bir ılıklık var havada. Ufukta tatlı bir kızıllık, gün hüznüyle batıyor.
Hasılı hem anne hem anne baba tarafından Selanikli bir mübadil çocuğu olarak hayal kırıklığı yaşıyorum. Düşünebiliyor musunuz "Selanik'i gezmek için 10 neden" diye başlık açmıştım içini dolduramıyorum ne kadar uğraşsam da.

NERESİ BU MAKEDONYA?
Makedonyalı İskender mevzuu Üsküp ile Atina arasındaki en büyük problem. Zaman zaman gerginlik artıyor, enim konum köprüler atılıyor.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.