Usta diplomat, sıradan katil Eleftherios Venizelos

A -
A +
1. Dünya Savaşı'nda Türkiye'nin bir numaralı düşmanı olan Yunan devlet ve siyaset adamı, barış zamanında 3 yıl arayla iki defa Türkiye'ye gelir... Batılılar zaman zaman birbirlerini yeseler de buluştukları bir müşterek vardır: "Osmanlı'nın başına gaile açmak!" Bu yüzden hem Balkanlarda hem Orta Doğu'da ayrılıkçılara oynar, mesela tutar Danimarka Kralının oğlu George'u Helen kralı yaparlar. George, Yunan'dan çok Yunancı kesilir, ortaya "Megali idea" diye bir hedef atar. Megali idea aşağı yukarı bizdeki "Turan" fikrine tekabül eder ki yeryüzündeki bütün Rumları aynı bayrak altında toplamayı amaçlar. Başkent mi? Elbette Konstantinopolis (İstanbul) olacaktır. Bizans'ı sil baştan kuracaktır aklı sıra... George'un karısı Petesburg sosyetesine mensup bir kadındır. Biri Viking prensi, öbürü Rus düşesi... Sanırım Yunan tahtını kendilerine yakıştıramaz, oğullarına "Konstantinos" gibi tumturaklı bir Rum adı koyarlar. Burada bir durun, biz gidelim Hanya'ya (Girit adasına)... Megali idea Giritlileri çok sarar, kendi başlarına bir hükümet kurar, el çabukluğu ile enosise (Yunanistan'a ilhak) soyunurlar. Osmanlı ayaktadır henüz, isyancıları dağıtmakta zorlanmaz. Yörenin zengin ve güçlü ailelerinden Venizeloslar aşırı tavırlarıyla tanınırlar. İsyankardırlar, çeşitli bahanelerle fesat çıkarırlar. Eve bir erkek çocuk daha gelince Eleft (özgürlük) ve Herios (kahraman) ismini uygun bulurlar. Vukuatları artıp dosyaları kabarınca Syra adasına kaçarlar. Osmanlılar onları Syra adasında bulup cezalandırabilir mi? Valla orası hiiiiç belli olmaz. İşte evin küçük oğlu Eleftherios sabah akşam Türk korkusunun dillendirildiği bir evde büyür, hilali gökte görse kanı donar. 1897 ayıbı Şimdi ne yalan söyleyelim Atina'da hukuk okuyup Hanya'ya dönen Eleftherios yakışıklı bir gençtir. Hitabeti fevkaladedir, ikna kabiliyeti yüksektir. Felaket hırslıdır sonra... Belki de bu yönüyle İngilizlerin gözüne batar, elinden tutarlar. Onca kurt politikacı dururken (henüz 25 yaşındadır) mahalli meclise sokar, önünü açarlar. Bizimki kestirmeden kahraman olmaya kalkar. Şüphesiz "isyancıların önderi" gibi bir unvan, meclis azalığından daha fazla kulak okşar. Eleft "ilhak" sözünü sıkça kullanınca, Atina gaza gelir, Albay Vassos komutasındaki birlikleri Girit'e yollar. Osmanlılar bunları dağıtır, duruma hakim olurlar. Bu defa Batılı devletler Girit'e doluşur, Ada'nın muhtariyeti hususunu dayatırlar. Babıali uyumludur ancak, Atina asker çekmeye yanaşmaz. Giritlilerin içinden "evet bu makul bir yol" diyenler ekseriyete ise de enosisçiler baskın çıkar. Bu bir savaş sebebidir, Osmanlı askeri Makedonya'ya girer, Prens Konstantinos'u yenerek çok net bir zafere imza atar. Harp tazminatı da eklenince halkı yeis sarar. O mağlubiyeti yıllarca "1897 ayıbı" olarak hatırlarlar. Dönelim Girit'e Rumlar Osmanlı'ya bağlı bir hükümet (şimdi Özerk diyorlar) kurar, Eleftherios'u Adalet Nazırı yaparlar. Onun bakan olduğu yerde adalet ne arasın? Ada'nın tadı tuzu kalmaz. Türkler, ırzlarını namuslarını korumak için mülklerini terk eder, asırlardır ezan sesiyle yıkanan sokakları Rumlara bırakırlar. Gitmek zor, kalmak daha zor. İki ara bir dere, karar hepsinden zor... Tam da o yıllarda, milliyetçilik cereyanı yükselir, Sırp Bulgar'ı, Yunan Romen'i gırtlaklamaya başlar. Jöntürk'ler hadiselere gayri milli gözlüklerle bakar, acelecidirler, tedbirsizdirler, maceradan hoşlanırlar. Barış gücü adadan henüz çekilmiştir ki, Girit Meclisi, Yunanistan'a bağlandığını açıklar. Venizelos, Kral George adına yönetime el koyar. Ancak ortada koca anlaşma dururken Yunan Hükümeti tamam diyebilir mi? Ne haddine, hem hangi hukukla? Irkçılar hükümeti yıkar, Venizelos'u Atinaya çağırırlar. "Gel başımıza geç" teklifinde bulunurlar. Venizelos kralı da bağlar, büyük konuşur, iri iri hedefler koyar. Londra taşeronu Diyeceksiniz nasıl böyle emin olabiliyor, neyine güveniyor? Bir kere işi kuralına göre oynar, gider İngiliz Başbakanı Lloyd George'un elini eteğini öper, bağlılıklarını sunar. O ne derse yapar, solun yükselişine rağmen liberal ekonomiye, burjuvalara oynar. İngilizler memnundur, onun gibisini arasa bulamazlar. Kaldı ki Abdülhamid Han gibi kurt siyasetçinin hal edilmesi büyük fırsattır. Venizelos ellerini sabırsızlıkla oğuşturur, İttihatçıları ciddiye almaz. Lloyd ona bir "Anti Osmanlı ittifakı" kurdurur (1910), Sırp, Bulgar, Karadağlı ile birlik olur, Çatalca'ya kadar yaklaşırlar. Manastır, Yanya düşer. Selanik ona keza. (Halbuki Selanik'te 18 bin kişilik bir birliğimiz vardır ama tek kurşun atmadan şehri bırakırlar). Yunanistan'ın toprakları bir anda iki katına çıkar, adamlar zafer sarhoşu olurlar. Türkleri Orta Asya'ya sürüp atacaklarını sanırlar. Bu arada delinin biri Kral George'u öldürür, tahta Konstantinos'u oturturlar. Cihan harbi patladığında Venizelos yurt dışındadır, evine dönebilmek için Münih'te aktarma yapar. Alman ordusunun donanımını görünce dudakları uçuklar. Lakin tarafı bellidir, onu oraya oturtan güce karşı çıkacak değildir ya. Nitekim düşman donanmasının Çanakkale'de takıldığı günlerde, İngilizlere Yunan topraklarını kullandırmaya kalkar. Kral, bu maceracı tavra çok kızar, onu istifaya zorlar (1915). Halbuki Kral Prusya Askeri Akademisi'nden mezundur ve bizzat Kayzer Wilhelm'in damadı olur. Buna rağmen Almanlara yanaşmaz, ülkesini riske atmaz. Lâkin ittihatçılar aynı basireti gösteremez bizi, bizi ilgilendirmeyen bir kavganın içine sokarlar. Harp bitmeli olduğunda İngilizler Kral Konstantinos'un ayağını kaydırır, Venizelos'a göz kırparlar. Venizelistler devlet dairelerini ele geçirir, "Almancı" diye yaftaladıklarını içeri tıkarlar. Yeni kral Aleksandros silik biridir, esamisi okunmaz. Cihan Harbi'nin neticesi aşağı yukarı belli olmuştur ki Yunanistan galiplere yanaşır (1918), Venizelos, dövüşmeden zaferi paylaşmaya kalkar. Tabiri caizse "çakallık" yapar. Paris Konferansında ülkesinin menfaatleri için olağanüstü çalışır, ancak malı götüren götürür, Rumlar avucunu yalar. Ölü gömücüler Sevr günlerinde Lloyd George onu kenara çekip sorar: "Ne kadar askerin var?" - Siz vazifemi söyleyin Ekselans, asker kolay. - Başkan Wilson ve Clemencaeau ile karar verdik, İzmir'e giriyorsunuz. Bu Venizelos'un çocukluğundan beri gördüğü rüyadır. Kokini Milia! (Kızıl elma) Artık zamanı gelmiştir, Büyük Bizans!... Ayasofya'ya çan!... Türkler bozkıra! Apar topar hazırlanır, İzmir'e çıkarlar. Anadolu savaş yorgunudur, ilk günlerde dişe dokunur bir mukavemetle karşılaşmaz, Manisa ve Aydın'a doğru yayılırlar. Silahları güçlüdür, keyf için mazlum dipçikler, köyleri kasabaları yakarlar. Asırlarca yan yana yaşadığımız Rumlar maalesef ihanet eder, "Zito Venizelo" diye çığlıklanırlar. Tehditkar ifadeler, sövmeler saymalar, parmak sallamalar. Önünde fakir fukara bir halk, arkanda dünyaya hükmeden patronlar. Yerli Rumlar ayaklarına halı serer, yollarına çiçek atarlar. Ooo çalsın sazlar... Mağlubiyet gibi bir kelimeyi akıllarına bile getirmezler, hoş kaybetmeleri için bir sebep de bulunmaz. Halbuki Albay Metaktas ısrarla ikaz eder. "Bu savaşın galibi de, mağlubu kadar yıpranır, kazananı olmaz!" Oyun içinde oyun İngilizlerin hesabı başkadır aslında. Türklerin başına Yunanı sardıracak, o hengamede Kerkük Musul petrollerini kapatacaktırlar. Londra, Rumların hızlı ilerleyeceğini ama asla tutunamayacağını hesaplar. Amaaan boşver, petrol Britanya'ya aksın da varsın birbirlerini gırtlaklasınlar. Kral Aleksandros, tam Venizelos'un dişine göredir, onu avucuna alır, istediği şekle sokar. Neticede kolay bir zafer kazanacak ve tarih kitaplarında yer alacaktırlar. Kralın da keyfi gıcırdır, gelgelelim köpeği ile gezinti yaparken bir maymun tarafından (Yunanistan'da maymun ne arıyorsa) ısırılır ve kudurarak uzar. Ben "mazlumun ahı" diyorum, başka şey gelmiyor aklıma. Kraliyet boşalınca Venizelos panikler. Eğer Kostantin dönecek olursa... İngilizler tehlikeyi bertaraf etmek için Venizelos'a "seçime gir" buyururlar. Alelacele seçim yapılır, lakin istediği netice çıkmaz. Ona sadece Hanya, Yanya destek verir, biraz da Trakyalılar! Venizelos başına gelecekleri bilir, hasımlarının gazabına uğramadan istifasını sunar, apar topar Fransa'ya kaçar. Kralcılar devlet dairelerine Konstatinos'un resimlerini asar, Venizelistlerin canına okurlar. Onlar birbirini yiyedursun Anadolu halkı toparlanır, bir taraftan Kuvay-i Milliye, bir taraftan efeler, çeteler... Baltasını nacağını kapan meydana koşar... Yunan dağılır. Efendim denize döktük filan... Orası edebiyat, adamlar sakin sakin gemilerine biner, demir alırlar. Subaylar mağlubiyeti sindiremez, hınçlarını Kral Konstantin'den çıkarırlar. Venizelos yurda çağırılır, bu defa Konstantinos kirişi kırar. İhtilalciler karşı cenahı "vatana ihanetle" suçlar, tuttuklarını ipe yollarlar. Venizelos yoğurdu üfler, "Haydi Anadolu'ya! Türklere diz çöktürelim" naralarına kulak asmaz. Evdeki hesap Sonrasını biliyorsunuz, Lozan... Cumhuriyet, Yunanistan'a dirlik düzen getirmez, Venizelistlerle Monarşistler ayrı partilerde örgütlenir, kanlı bıçaklı olurlar. Koalisyonlar yürümez, seçim sayısınca darbe yapılır, ihtilal komiteleri, tutuklamalar, sıkça değişen Anayasalar... Asker huzursuzdur, ihtilal için bazen paranın değerini bahane eder, bazen kadınların etek boyuna takar. Sansür sert uygulanır, ateş olan yerden duman çıkmaz. Venizelos işini bilir, ortalık karışınca gider İngiltere'ye yerleşir. Karun gibi zengin bir kadınla evlenir, hayatını yaşar. Ne zaman ki sükunet sağlanır, tekrar döner Atina'ya. Liberal Partiyi bir defa daha iktidara taşırsa da bu defa iktisadi krizin içine yuvarlanırlar. Paris, Londra ve Washington ona eskisi gibi rağbet etmez, kredi açmaz. Çaldığı kapılar yüzüne kapanır. Anlaşılan son kullanma tarihi geçmiştir, buruşturup çöpe atarlar. Yunan halkı Cumhuriyetten çabuk bıkar, 1935 referandumunda halkın % 97'si krallığı arzular. Düşünebiliyor musunuz Cumhuriyetçiler (ve çekimserler) sadece % 3'te kalırlar. Venizelos kurnazdır, postu deldirmeden Fransa'ya kaçar. Endişeleri de yersiz değildir hani, gıyabında "ölüm" kararı çıkar. İktidara 6 defa gelen ihtiyar, yedincinin hesaplarını yapmaktadır ki gözlerini yumar (1936- Paris) hasımları rahat bi nefes alırlar. Nobel verilsin! Venizelos hem 1930 hem de 1933 yılında Türkiye'ye gelir ve Mustafa Kemal ile görüşür. İki lider dostluğu daha da ileri taşımayı planlarlar... Venizelos, Mustafa Kemal'i "1934 Nobel Barış Ödülüne" aday gösterir. Ona göre asırlardır süren salib hilal mücadelesinin tek müsebbibi Türk Sultanlarıdır (haçlıları unutmuş olmalı). Bu teokratik imparatorluğu yıkan ve yerine laik bir ulus devleti kuran M. Kemal yaptığı devrimlerle kısa sürede inanılmaz bir değişim sağlamıştır. TC. yabancı unsurlarla meskun vilâyetlerini terk etmek hususunda tereddüt göstermemiş ve antlaşmalarla belirtilen sınırlarla iktifa etmiştir. Öyleyse Türkiye Cumhurbaşkanı Nobel'le ödüllendirilmelidir. Bizim halkımız saftır, böylesi şovlardan ziyadesi ile etkilenir. Halbuki Venizelos'un yaktığı şehirlerin dumanı tütmektedir daha... Hani pişman oldum dese, yara sarmaya çalışsa... Ainesi iştir kişinin... Batı Trakyalı Türklere neler çektirdikleri ortada... Nobel'miş. Adi dinamitçinin kanlı ödülü. Hoş onu da vermezler ya... Peki bu Nobel fikri İngiliz patentli olabilir mi? Acaba yem içinde zoka? Hiç şüpheniz olmasın, Venizelos Londra'dan izinsiz adım atamaz zira.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.