Komisyonlardan kaçan siyaset: İyi Parti’nin kayıp aklı ve kaçak vicdanı

A -
A +

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulan Millî Birlik ve Dayanışma Komisyonu, salt bir güvenlik girişimi değil; cumhuriyetin yüz yıllık yükünü taşıyan toplumsal kontratın yeniden güncellenme çabasıdır. Bu komisyon, adını koymaktan imtina ettiğimiz bir hakikatin -yani terörle iç içe geçmiş siyasi yapılarla baş etme mecburiyetinin- kurumsal çerçevesini kurmakla kalmıyor, aynı zamanda gelecekteki siyasi normalin temel parametrelerini de belirliyor. Türkiye, bu komisyonla birlikte bir “terör sonrası siyaset” inşasına hazırlanıyor.

 

Ne var ki, bu tarihî süreçte özellikle İyi Parti’nin aldığı pozisyon, yalnızca siyasi değil ahlâki bir kırılmaya da işaret ediyor.

 

 

“Biz komisyoncu değiliz” demek ne demek?

 

 

İyi Parti, komisyona katılmayacağını ilan ederken, bunun gerekçesini “biz komisyoncu değiliz” cümlesiyle ifade etti. Bu ifadenin, siyasal zekâyla ya da stratejiyle uzaktan yakından ilgisi yok. Bu, bir tür basitliktir; siyasetin karmaşık sorumluluk alanlarından sıyrılma arzusunun cümleye dökülmüş hâlidir.

 

Oysa parlamenter sistemde komisyonlar, yasa yapım sürecinin sinir uçlarıdır. Komisyonlara katılmamak, yalnızca bir teknik tercih değil, halktan alınan temsil yetkisinin pratik işleyişini inkâr etmektir. İyi Parti’nin bu kararı, Meclis içi çalışmaları küçümseyen, kurumsallığı değil popülizmi önceleyen bir eğilimin göstergesidir.

 

Bugün millî güvenliği ilgilendiren bir konuda komisyona katılmaktan imtina eden bir parti, yarın anayasa değişikliğinde de “biz kurucu değiliz” diyebilir mi? Ya da bir ekonomik kriz anında “biz bütçeci değiliz” diyerek kenara mı çekilecektir?

 

 

 

 

İdeolojik mi, konjonktürel mi?

 

 

İyi Parti’nin bu tutumunun ardında ideolojik bir ilke aramak boşuna. Zira partinin siyasi tarihinde ideolojik tutarlılıktan çok konjonktürel reflekslerin ağır bastığı defalarca görülmüştür. 2018’de HDP ile aynı blokta yer alıp 2023 seçimlerine “terörle arasına mesafe koymamış partilerle yol yürümeyiz” diyerek katılan bir partiden söz ediyoruz. Suriye politikası, mülteci meselesi, laiklik tartışmaları gibi temel başlıklarda zaman zaman söylem değiştiren bu partinin şimdi “komisyoncu değiliz” çıkışı da, tutarsızlık zincirinin yeni bir halkasıdır.

 

Daha da vahimi, bu komisyona karşı çıkarken, bunu milliyetçilik üzerinden meşrulaştırmaya çalışmalarıdır. Oysa bu söylemdeki iç çelişki dikkat çekicidir: Hem terörle mücadelede devletin adım atmasını gereksiz gören bir pozisyonda duruyorsunuz, hem de milliyetçilik kisvesiyle halkı etkilemeye çalışıyorsunuz. Bu, yalnızca bir politik paradoks değil; aynı zamanda etik bir açmazdır.

 

Türkiye uzun yıllardır terörle mücadelede hem askerî hem siyasi çok katmanlı bir mücadele sürdürüyor. Bu mücadelenin yeni boyutu, sadece dağ kadrolarıyla değil; onların siyasi uzantılarıyla, sosyal meşruiyet kanallarıyla ve medya üzerinden yürüttükleri algı operasyonlarıyla da hesaplaşmayı gerekli kılıyor. Millî Birlik ve Dayanışma Komisyonu bu kapsamda, Meclis eliyle bir “toplumsal baraj” kurma girişimidir.

 

İyi Parti’nin bu girişime destek vermemesi, yalnızca bir ret değil; aynı zamanda muhalefet anlayışının krizden beslenme alışkanlığının tezahürüdür. Oysa siyaset, krizi doğru yönetme ve toplumu geleceğe taşıma sanatıyla kıymetlidir. İyi Parti’nin tutumu ise, toplumun çözüm beklentisine sırt çevirme anlamı taşımaktadır.

 

 

 

 

“Merkez” olmak, sorumluluk almaktan geçer

 

 

İyi Parti, son yıllarda kendisini merkez sağa konumlandırma çabası içinde. Ancak merkez olmak, tarafsızlık ya da edilgenlik değil, aksine yük almayı, karar süreçlerine aktif katılmayı gerektirir. Siyasi merkezin anlamı; radikalleri dengeleyen, uçları rasyonaliteye çeken, çatışmaları kurumsal mekanizmalarla çözen bir akıl inşa etmektir.

 

Komisyona karşı çıkmak, bu merkez aklın inşasına değil, uçlarda konumlanmış marjinal gruplara dolaylı destek anlamına gelir. Hele ki, komisyonu kriminalize eden söylemler, sadece İyi Parti’nin değil, devletin kurumsal yapısına karşı da zımni bir güvensizlik barındırmaktadır.

 

İyi Parti’nin bu konudaki sessizliği ve kaçak açıklamaları, “kararsız seçmene göz kırpma” politikasıyla açıklanamaz. Bu artık politik bir krizdir. Çünkü her şeyin ortasında durmak, hiçbir yerde durmamaktır. Bu tür kaçak duruşlar, zamanla parti kimliğini aşındırır, ilkeleri eritir, seçmen sadakatini zedeler.

 

Tarih, önemli kavşaklardan geçen partilerin tutumunu unutmaz. Millî Birlik Komisyonuna “hayır” demek, bir gün millî vicdanın da “hayır”ını duymak anlamına gelecektir...

 

İyi Parti, Millî Birlik ve Dayanışma Komisyonu karşısında yalnızca bir pozisyon değil, bir imkân kaybetmiştir. Siyasi ahlâk, cesaret ve tutarlılık gerektirir. Bu üçü olmadan muhalefet, yalnızca konuşur ama yol gösteremez. Türkiye’nin bugün ihtiyacı olan şey, yalnızca eleştirmek değil; yük almak, taşın altına elini koymak ve gerektiğinde ülkenin kaderiyle ortaklaşmaktır.

 

Bu fırsatı elinin tersiyle itenler, yarın yalnızca siyasi değil, tarihsel bir vebalin de altında kalacaklardır.

 

 

 

Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.