Orta Doğu âdeta bir yangın yerine dönerken, Türkiye’nin jeopolitik pozisyonu tarihin en kritik kavşağında duruyor. İran-İsrail hattındaki savaş yanı başımızda, Doğu Akdeniz’de güç dengeleri sarsılıyor. Böylesi bir dış tehditler mozaiğinde, devletin en temel kurumları olan yerel yönetimler içten çürürken, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal dayanıklılığı alarm veriyor. Ancak esas trajedi, bu dışsal felaket senaryosuna karşılık, ülkenin ana muhalefet partisi CHP’nin iç siyaset stratejisinin ve demokratik vizyonunun derin bir kriz içinde olmasıdır.
MASAK raporu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi üzerinden şekillenen ekonomik ve siyasi İmamoğlu Sistemi’nin detaylarını gözler önüne serdi. Bu rapor, yalnızca bir mali usulsüzlük dosyası değil; Türkiye’nin yerel yönetimlerinde oluşan paralel iktidar yapısının, kamusal kaynakların belirli gruplar tarafından sistematik biçimde tahsis edilmesinin belgesidir. Bu olgu, Türk siyasetinin yeni normali hâline gelmiş bir yozlaşmayı temsil ediyor. Devletin yerelden başlayan bu organik çürümesi, kurumların rasyonel işleyişine değil, kişisel ve siyasal çıkar ağlarına hizmet eden bir şirketleşmiş siyaset modeline dönüşmüştür.
Burada kritik olan, sadece İmamoğlu şahsında toplanan bu mesele değildir. Asıl sorun, CHP’nin bu durumu ele alma biçimidir. Partinin mevcut liderliği, MASAK raporunun ortaya koyduğu gerçekleri siyasi komplo veya kampanya söylemleriyle geçiştirmeyi tercih ediyor. Bu tutum Türkiye’nin siyasal muhalefet kültürünün ve demokratik sorumluluk paradigmasının iflasıdır.
Demokratik sistemlerde muhalefetin asli görevi sadece iktidarı eleştirmek değil, aynı zamanda kamusal alanı denetlemek, şeffaflığı sağlamak ve alternatif politikalar sunmaktır. CHP’nin bugün içinde bulunduğu durum ise tam tersidir: Kendi kurumlarında büyüyen yozlaşmayı görmezden gelmek, bu gerçeklerle yüzleşmemek, sistemin kendini yenilemesini engellemek anlamına geliyor. Bu, siyasal ahlakın ve siyasal etiğin çöküşüdür.
Türkiye, coğrafi olarak Orta Doğu’nun en hassas ve istikrarsız bölgesinde sarsılmaz bir kale olarak yer alıyor. Bu bağlamda devletin dayanıklılığı, sadece dış politikada değil, iç politikada da sağlam ve tutarlı kurumsal reflekslere bağlıdır. Fakat ne yazık ki, ana muhalefetin tutumu bu ihtiyacı karşılamaktan çok uzak. CHP’nin gündemi, sadece iktidar değişikliği üzerine odaklanmış ve temiz siyaset söylemi ise içi boş, formel bir slogandan öteye geçmemektedir. Bu yaklaşım, Türkiye’nin hem demokratik olgunlaşmasını geciktirmekte hem de toplumsal güveni zedelemektedir.
Devlet aklı, böyle kritik bir eşikte, yalnızca MASAK raporuna dayalı yargı süreçlerine indirgenemez. Bu, siyasal ve kurumsal yeniden yapılanmayı gerektirir. Kamu maliyesinin, yerel yönetimlerin denetim mekanizmalarının, siyasi parti içi hesap verebilirliğin yeniden kurgulanması zorunludur. Sayın Cumhurbaşkanı’mızın “CHP yönetiminin etkin pişmanlıktan faydalanma vakti geldi” vurgusu, sadece cezalandırma talebi değil, bu yapısal onarımın stratejik parçası olarak okunmalıdır.
Ancak bu süreçte en büyük sorumluluk CHP üzerindedir. Eğer muhalefet, kendi içindeki çürümüşlüğü görmezden gelir ve yüzleşmekten kaçınırsa, Türkiye’nin demokratik geleceği karanlığa gömülür. Bu, sadece bir siyasi kriz değil, aynı zamanda bir demokratik krizdir.
Sonuç olarak, MASAK raporu ve ardından gelen tartışmalar, Türkiye’yi içinden geçtiği en kritik yönetim krizine işaret ediyor. Orta Doğu’nun ateşi ülkeyi kuşatırken, içeride yükselen bu sistemik çürüme, devleti ve toplumu temelinden sarsmaktadır. CHP ve diğer muhalefet aktörleri, artık sadece iktidar hesaplarıyla değil, demokrasi ve kamu yönetimi ilkeleriyle hareket etmek zorundadır. Aksi takdirde, Türkiye için umutsuzluk senaryoları gerçeğe dönüşecektir.
Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...