Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Dinle
Kaydet
Türkiye Gazetesi
Terörsüz Türkiye’nin anahtarı: Terörsüz Suriye ve ...
0:00 0:00
1x
a- | +A

Türkiye’nin bugün attığı her jeopolitik adım, yalnızca bugünün güvenlik ihtiyacını değil, 2026’nın belirsizliklerle çevrili dünya düzenini de hesaplamak zorundadır. MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin son günlerde altını çizdiği “Terörsüz Suriye olmadan Terörsüz Türkiye olmaz” vurgusu, basit bir siyasal tespit değil; Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda ayakta kalmasını sağlayacak stratejik bir zorunluluktur. Çünkü gerçek açıktır: Suriye’nin kuzeyinde terörün var olduğu bir denklemde Türkiye’nin uzun vadeli güvenliği inşa edilemez. Irak’ın kuzeyi terörden arındırılmadıkça Türkiye’nin güney hattı hiçbir zaman tam anlamıyla stabilize olmaz.

Bu değerlendirme, bölgede artan küresel rekabet, devlet dışı aktörlerin silahlı kapasitesi ve özellikle 2026’da daha da sertleşeceği öngörülen jeopolitik satranç düşünüldüğünde çok daha kritik bir nitelik kazanıyor. Dünya uzun zamandır böylesine öngörülemez bir döneme girmemişti. ABD’de yeniden şekillenen yönetim, özellikle Başkan Trump’ın agresif, kuralsız ve kişisel reflekslerle yürüttüğü dış politika nedeniyle dünyada ve Orta Doğu’da istikrarsızlığı körüklüyor. Washington, artık bir strateji merkezi olmaktan çıkmış; bireysel çıkarlara göre şekillenen bir karar laboratuvarına dönüşmüş durumda.

Böylesine dalgalı bir tabloda Türkiye kendi geleceğini başka başkentlerin inişli çıkışlı politikalarına bağlayamaz. Hele ki Orta Doğu gibi her an parçalanmaya müsait bir coğrafyada… Bu nedenle Ankara’nın Suriye-Irak koridorunda terörün kökten tasfiyesine yönelik kararlılığı yalnızca ulusal güvenlik açısından değil, aynı zamanda küresel belirsizliğe karşı bir sigorta politikası olarak da okunmalıdır.

Tam da bu yüzden Sayın Bahçeli’nin son çıkışı, yani “Yeter ki Türkiye ve Türk milleti barış, huzur ve sükûnet bulsun. Yeter ki terör hayatımızdan kalıcı olarak sökülüp atılsın. Bizim sonumuz da varsın darağacı olsun" sözleri, iç politikada bir meydan okuma gibi görünse de aslında dış politikada geniş bir çerçevenin işaret fişeğidir. Bu sözler hem tabana güvenlik taahhüdü verir hem de bölgesel denklemde Ankara’nın sahadaki kararlılığının altını çizer. Sayın Bahçeli, kendi siyasi maliyetini gözetmeksizin Türkiye’nin güney hattında geri dönülmez bir güvenlik mimarisine işaret etmiştir.

İmralı’daki temasların ve olgusal inceleme ve raporlama sürecinin arka planında da işte bu güvenlik doktrini bulunmaktadır. Nitekim SDG cephesinden gelen açıklamalar, “İmralı görüşmeleri süreci hızlandırabilir” yönünde temkinli ama olumlu sinyaller taşımaktadır. Bu, sahada bir süre sonra silah bırakma, yerel unsurların Şam ile entegrasyonu ve silahlı kapasitenin eritilmesi gibi başlıkların gündeme daha güçlü biçimde gelebileceğini gösteriyor. Ancak SDG içindeki farklı fraksiyonların tutumu, ABD’nin sahadaki pozisyonu ve İran’ın agresifleşen hamleleri dikkate alındığında, sürecin kolay bir yolculuk olmayacağı da açıktır.

2026’ya giderken karşımızdaki risk tablosu nettir:

Terör örgütleri sınırlarımızın güneyinde hâlâ vekâlet gücü olarak kullanılmak isteniyor.

ABD ve İsrail, Suriye’nin kuzeyinde etnik koridorlar tesis etmeye yönelik bir stratejiyi masada tutuyor.

Irak merkezî hükûmeti kırılgan, Kuzey Irak yönetimi baskı altında.

İran, boşluk gördüğü her alana sızarak yeni nüfuz alanları oluşturmaya çalışıyor.

Bu tablo Türkiye’yi bir tercihe zorlamaktadır: Ya bölgesel oyunda edilgen bir figür olarak yedek kulübesinde kalacak, ya da sahayı kendi güvenlik perspektifiyle yeniden şekillendirecek. Cumhur İttifakı’nın her iki liderinin uzun süredir altını çizdiği mesele tam olarak budur: Türkiye güney sınırlarını temizlemeden kendi gelecek yüzyılını güvenceye alamaz...

Bugün İmralı süreci, SDG’nin iç tartışmaları, Şam-SDG entegrasyon arayışları, Irak’ın kuzeyindeki yeni operasyon konseptleri ve Tel Rifat-Menbiç hattında olası düzenlemeler aynı stratejik hedefe bağlanmaktadır: Terörün beslendiği havzaları kurutmak, Türkiye’nin ulusal varlığını dış aktörlere karşı korumak ve bölgenin istikbalini, geleceğini Washington’un ya da İsrail’ın değil, Ankara’nın belirlemesini sağlamak...

Bu coğrafyada güvenlik boşluk kabul etmez. Boşluğu dolduran her aktör Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek potansiyel bir tehdide dönüşür. Bu nedenle Türkiye’nin kuracağı jeopolitik denge yalnızca sınır ötesi operasyonlarla değil, sahada kurumsal, siyasi ve idari düzenin Ankara’nın güvenlik doktriniyle uyumlu hâle getirilmesiyle mümkün olacaktır.

Sonuç açıktır:

Terörsüz Türkiye, Terörsüz Suriye’den; Terörsüz Suriye ise Türkiye’nin sahadaki ve masadaki kararlılığından geçer. Bu bölgeyi ya Türkiye şekillendirecektir ya da bölge Türkiye’nin aleyhine şekillendirilecektir. Başka bir seçenek yoktur.

Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...

ÖNE ÇIKANLAR