"Komşum Ramiz Efendi de gazete abonelerden... Bu yaz makinesine bir parça lazım olmuş, arabasına atlayarak Perşembe Pazarına gitmiş..."
Arabayı çalıştırır çalıştırmaz, kurulu bir saat gibi başladı anlatmaya:
- Komşum Ramiz Efendi var. O da gazeteye abonelerden biri. Bu yaz makinesine bir parça lazım olmuş, arabasına atlayarak Perşembe Pazarına gitmiş. Malum, orada hırdavatçılar, araç-gereç parçaları satanlar çok. Yani “Yok, yok" o pazarda. Arabasını park edebilecek yer bulamamış. Galata köprüsünün Perşembe çıkışına yakın bir yere bırakmış. O dükkân benim, bu dükkân senin derken vakit de geçmiş. Aradığını bulmuş mu, bulamamış mı onu bilmiyorum ama aracın yanına gelince ne görsün? Yan kapı camı kırılmış. Teyp dahil, taşınabilir ne varsa alınıp götürülmüş. Olanlara, Ramiz Efendi pek üzülmüş, karakola gidip suç duyurusunda bulunmuş, tutanaklar yapılmış, imzalar atılmış ama nafile. Giden gitmiş…
- Büyük geçmiş olsun çok üzülünülecek bir şey…
- Üzülmez mi? Sen neticeye bak gazeteci kardeşim, neticeye…
- Eee, netice!
- Hem o gün Ramiz Efendi için tam "uğursuz" bir günmüş güya. O öyle diyordu. Anlayacağın komşum epey yakındı, sızlandı, ciddi bir şey de bulunamadı.
Güvenme her dostuna,
Akıl ermez kastına,
Gizli, yüzer derini,
Ot bastırır postuna!
Aradan birkaç gün geçmişti ki, yana yana telefonu çalıyor. Ahizeden; “Sizle görüşmek istiyorum…” diyen ezik bir ses duyuluyor. Komşum kızıyor; “Kardeşim ne diyeceksen de, beni rahat bırak, işim-gücüm var…” dese de nafile... İnat mı inat biri karşısındaymış, çaresiz; "Gel görüşelim, ne diyeceksen de bakalım, anlayalım derdini..." Sülük gibi sarılan bu telefon sapığından, affedersiniz onun ifadesini kullandım, çünkü o ilkin öyle sanmış, kurtulmak istemiş aklınca. Birkaç dakika sonra çıkıp gelmiş, elinde birçok paketle kara-kuru, sırım gibi çelimsiz biri:
“Bey ben telefondaki…"
“Tahmin ettim… Peki söyle; ne istiyorsun benden?"
"Çok şey istiyorum… Önce bana hakkını helâl et. Birkaç defa hakkın geçti.”
“Ettim, lakin tanımadığım birinde ne hakkım olabilir ki?"
"Çoook!”
"Neymiş?"
Hemen getirdiklerine davranmış, paketi açmış ve;
"Bu falanca gün, falanca yerde, falanca marka arabanızdan çaldığım teybiniz ve bunlar da hususi eşyalarınız..."
Komşum Ramiz Efendi, duyduklarına ve gördüklerine şaşırmış, önce çekmecesindeki ruhsatlı tabancasını almış, sonra usulca belli etmeden yerine koyuvermiş:
"Niçin çaldın ve niçin getirdin? Canımı acıttıktan sonra şimdi de teselli vermeye mi geldin? Benimle dalga mı geçiyorsun be adam?” diye gürlemiş. Adam mahcup boyun bükmüş;
"Haklısın bey! Ne desen de çok haklısın… İster vur, ister öldür, elimi kaldırırsam namerdim!”
"Peki, seni buralara getirmeye zorlayan ne? Alıp götürmüştün ve bizim bulma ihtimalimiz de neredeyse sıfırdı..."
"Sizin başka gücünüz varmış bey!"
"O da ne demek?"
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...