Arkadaşım birden durdu! Alnında boncuk boncuk terler birikmişti!..

A -
A +

Aman yâ Rabbî! Daha dün gibi... Hayat hakikaten en uzun hadiseleriyle çabuk biten bir sinema şeridinden maada bir şey değil! 

 

 

 

Fikri, en sevdiğim mektep arkadaşlarımdan biriydi. İçtiğimiz su ayrı gitmezdi.

 

Aman yâ Rabbî! Daha dün gibi... Hayat hakikaten en uzun hadiseleriyle çabuk biten bir sinema şeridinden maada bir şey değil! Tek kelimeyle RÜYA...

 

Mektepte doğruluğu, dürüstlüğüyle tanınan, herkes tarafından sevilen sayılan, şen ve sevimli arkadaşım birden durdu. Sarı benzi kızarmış, alnında boncuk boncuk terler birikmişti. Yeni çıkmış cılız, kumral bıyıkları, delikanlılığa adım atmanın ilk işaretleri miydi? Şakaklarındaki saçları terden sırılsıklamdı, biraz nefeslendi. Etrafı süzdü. Mahallî ifadeyle:

 

- İşte Kaçak’ın pungarı... deyip koştu.

 

- !!!

 

Ben de ilk defa geldiğim bu güzel yere; bir an evvel ulaşmak için peşi sıra onu taklit ederek koştum.

 

- Zaten yorgunuz! Koşturma beni Fikri!

 

- !!!

 

- Benden bu kadar!

 

- !!!

 

Ne olduğunu bilmediğimiz, insan zekâsına sonsuz bir şekilde kapalı kalacak karanlıkların içinde ışıldayan ruhumuzun sanki en çok bulunduğu bu büyüleyici tabii mekânlar; şaşırtacak kadar güzeldi. Tıpkı hayal ettiğim gibiydi... Bir koca çamın köklerinin dibinden çıkan göze, bulgur gibi durmadan fokur fokur kaynıyordu...

 

Tarihin derinliklerinden beri hiç de değişmemişti. Hâlâ aynı heyecanla oynaşıp duruyor, kara toprağa can veriyordu. Bilmem niçin, uzaklaştıkça muhabbetimizin ve hasretliğimizin arttığı, geçmişten bir şeye rastlamak, herkes gibi beni de pek memnun etmişti.

 

Bütün kalbimle seviniyor ve bütün kuvvetimle tertemiz, çiçek ve kekik kokan havayı ciğerlerime dolduruyordum.

 

Göze ayağı boyunca kalın yapraklı sarı çiçekler, mor mavi yıldızlar gibi göz kırpıştıran tütiyeler, medikler, hele tereler... Hiçbirine de henüz el dokunmamıştı. Kıştan sonra buraya ilk gelen bizdik sanki. Bir tarafa bakıyorsun mavi, öte tarafa bakıyorsun, sarı, beriye bakıyorsun beyazlara bürünmüştü uçsuz bucaksız çayırlar. Çiçeksiz boş yer yoktu âdeta.

 

Rüzgârın çam dallarını oynatırken çıkardığı ıslık sesi, ormanın uğultusuna karışıyordu. İki arkadaş şüphesiz bir rüya âlemindeymişiz gibiydik. Bize ait bir düş... Çünkü ortada hiç kimsecikler görünmüyordu.

 

Dikkatlice baksana!

 

Şu hâlimden çaksana!

 

Kuru dallar duruyor,

 

Çıraları yaksana!

 

Billurdan kaynak gözenin başında kana kana su içtik, evden getirdiğimiz yumurta, helva gibi azıklarımızı da yedik, epeyce de uzandık, oturduk. Fikri babası ve abileriyle burada yaşadığı bazı hatıralarını anlattı. Kurtların, ayıların çok olduğunu, dikkatli olmamız lazım geldiğini, biraz ilerideki derede de çok argun olduğunu söyledi.

 

- Daha ne duruyoruz? dedim ve o tarafa doğru koştum. O da:

 

- Acele etme, dur hele! diyerek beni takip etti. Dere, argun çalılıklarından maada, kekire, haşhaş, lale, çaşırdan görünmüyordu. Henüz tam olgunlaşmamışlardı. Yiyebildiğimiz kadar yedik, toplayabildiğimiz kadar da kucaklarımızı doldurduk derenin diğer kıyısına geçtik. DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.