Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Kaydet
a- | +A
Bir dağ köyünde, ilköğretim müfettişinin köyün imamına hakaret etmeye, tehditler savurmaya, azarlamaya ne hakkı olabilirdi? 

Babama fırsat vermemiş ki köyün imamı olduğunu, camiye gitmeye hazırlandığını anlatsın. Hemen tutanak tutmuş.

"Seni yarın karakola çağırtayım da gör!" diye tehdit ederek, yemeden içmeden çekip gitmiş. Annem ağlıyor, babam çaresiz. Öğretmenler duymuş olanları. Müfettişe yetişip elindeki şikâyet dilekçesini zar zor yırttırmışlar. Babam ve annem o hakareti hiç ama hiç unutmadılar, tabii ben de...

Çocuk aklımla uzun zaman düşündüm. Bir dağ köyünde, ilköğretim müfettişinin köyün ileri gelen birine, imamına hakaret etmeye, tehditler savurmaya, azarlamaya ne hakkı olabilirdi? Bu gücü nereden, nasıl alıyordu? Eğitim-öğretim problemlerini çözmekle vazifeli bu devlet memuru, imamın işine karışmaya kendi kendine nasıl bir vazife çıkarabiliyordu, bu nasıl bir ruh hâliydi? Aklımın alamadığı bu suallerin bugün bile cevabını bulmuş değilim.

Sonra ben de okudum, millî eğitimde müfettiş oldum. Hep bu hadise aklıma gelir. Çocukluğumda babama hakaret eden adamın mesleği mesleğim olmuştu. Lakin ben o adama hiç benzemiyordum, hiç benzemeyecektim de… İçinden çıktığı topluma tepeden bakan biri olmamak için elimden geleni yaptım.

Hâlâ çözemediğim, mantıki bir mana veremediğim o hadiseyi ve bende oluşturduğu travmayı unutamıyorum. Şimdi soruyorum: “Siz olsaydınız bu adama ne yapardınız?”

Kimseye değil bâkî, ecel herkesi yener.

Bir harap olmuş kalbi, tamir etmektir hüner.

                    ***

    URUS ASKERLERİ Mİ?

Taş ve topraktan yapılmış mütevâzı köy evimizin çiçeklerle süslü Sümerbank bezi perdeli penceresinden dışarı, güz olmasına rağmen hâlâ muhteşem bir tablo gibi görünüyordu. Pırıl pırıl çivit mavisi bir gökyüzü... Dalları yerlere kadar eğilmiş, secde eder vaziyetteki söğüt ağaçları, ahenkli bir melodi gibi hiç durmadan şırıldayan gümüş dere, mor sisler altında birbiri ardınca sıralanan başı dumanlı dağlar, hasat edilmiş altın sarısı tarlalar, kireç badanalı tipik Narman köy evleri, sıra sıra ottan piramit tayalar, antik Harran evleri görünümlü, itinayla örülmüş tezek kalakları, bütün bunların üzerinde rastgele sağa sola uçuşan serçe, karga ve sığırcık sürüleri…

Duyurma ele beni!

Öldürür çile beni,

İşlerini doğru yap!

Düşürme dile beni!

Küçük pencerenin önünde kurban postu namazlığının üzerinde bir tuluk gibi sabit oturan yaşlı ninem, geçen uzun ömrüne şükretmenin mesuliyetiyle durmadan kuka tesbihini çekiyor, ilerleyen yaşına rağmen çakmak çakmak gözleri köşe bucak derinlere dalıyordu.

Ben de karşısına denk gelen sekide rastgele oturmuş, gideceğim yeni mektep için hazırlık yapıyordum.

Açık pencereden, saman karışımı kır kokuları; hiç durmaksızın akan çayın şırıltılarını getiren hoş bir rüzgâr perdeyi nazlı nazlı dalgalandırarak içeri giriyordu. Epey zamandır herkes kendi âleminde, odaya sükûnet hâkimdi. Ninem, seksenin üzerinde, Ermeni-Rus zulmünden Tokat’a hicret etmiş ailemizin, o zaman en küçüğüymüş, şimdiyse en büyüğü…

Hep öyle derdi rahmetli:

Gençlik bir kuştu uçtu gitti tutamadım,

Ehtiyarlık bir top kumaştı sattım satamadım.

DEVAMI YARIN

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

ÖNE ÇIKANLAR