“Beyefendi, gazeteniz eve mi, iş yerine mi gelsin?..” 

A -
A +

“Enver Bey'in cömertliğini duymuştum. Şimdi şahid oldum. Tanımadığı, bilmediği bu insanlara kitap gazete hediye etmek… Olacak şey değil..."

 

 

 

Bu samimi, içten davranışlarım adama nasıl tesir etmiş ise tam bilmiyorum. Karşımdaki hiç tereddüt etmeden:

 

"Yaz beni" dedi. Yanındaki adama sordu: “Eve mi, buraya mı gelsin gazetemiz?” O da ne dediyse tam anlayamadım, ama o yüksek sesle; “Eve gelsin” dedi ve adresini verdi. Ben de açık bir şekilde yazdım. Hem evin hem de iş yerinin telefonunu da kaydettim ki gazete götüren arkadaşımız tahsilatta zorluk çekmesin. Yanımda taşıdığım ve her abone olana verdiğim kitaplardan İslâm Ahlakı’nı çıkardım hediye ettim.

 

Yan taraftaki yaşlıca adam ise kendisine ölümü ihtar eden bu patavatsız adamdan ürkmüş olacak ki bize arkasını dönmüştü. Koltuğunda kamburunu iyice çıkarmış, yusyuvarlak oturuyordu. Genç abone eline belki de ilk defa aldığı İslâmiyet’i anlatan bu sarı kaplı kitabı açtı. Büyük, ölü bir kelebek gibi onun yüzünü tamamıyla kapatıyordu. Okumuyor, incitmeden sayfalarını çeviriyor, itidalli bir hassasiyet ile:

 

"Kaç para vereceğim?"

 

"Ücret yok... O gazetemize abone olanlara ‘çam sakızı, çoban armağanı' misali küçük bir hediyemizdir..."

 

“Enver Bey'in cömertliğini duymuştum. Şimdi şahid oldum. Tanımadığı, bilmediği bu insanlara kitap gazete hediye etmek… Olacak şey değil... Bu başka bir his, farklı bir duygu galiba…” diyerek epey başını sağa sola salladı. Anlayamadı tabii…

 

"Bey, bari bir çayımızı iç. Yoruldunuz, deminden beri ayakta anlattınız, bizi iknaya çalıştınız, üstelik bu kadar da hediye verdiniz. Bir karşılık vermeyelim mi? Çay içmiyorsanız başka bir şey… lütfen hiç olmazsa bir suyumuzu için” deyince yanı başımdaki tabureye çöktüm. Kısa zamanda önümüze gelen tavşankanı misali çaylarımızı yudumladık, vedalaşarak ayrıldım. Ayrıldım ama içim fitne fücur, fokur fokur kaynıyor! “Ne olacak? Azınlık pisikolojisi” dedim. “Adam, düşman kazanmamak için adresini verdi. Yarın, öbürsü gün gelen gazeteleri, verdiğim kitapları çöpe atarlar!” daha neler neler düşünmüyordum ki...

 

Öyle de olsa bana çok basamaklı gelen merdivenleri bir kuş gibi hafiflemiş olarak iniverdim. Sokağa açılan dıştaki demir kapıyı açarken, yukarıdan gazetemize yeni abone olmuş gencin gür sesini duydum, irkildim:

 

- Hey! Gazeteci bey!

 

- !!!

 

“Eyvah! Yarını da beklemedi! Herhâlde aboneliği iptal edecek” zannettim! Çok üzüldüm gayr-i ihtiyari.

 

"Bugün, şanslı günümde değilim. Günahlarım önümü kapatıyor” diyerek başladım tövbe istiğfar duâlarını okumaya. Adam:

 

- Bey, zahmet olacak ama yukarı gelir misiniz?

 

Kalbim küt küt atarak, oflaya, puflaya merdivenleri tırmanmaya başladım.

 

“Herhâlde verdiğim kitabı yüzüme fırlatacak, gazete aboneliğini iptal edecek, eyvah ki, eyvah!" Gardımı ona göre aldım, güle oynaya indiğim merdivenlerden şimdi de nefes nefese tekrar çıktım. İçimden de;

 

"Herhâlde yanında hiç konuşmadan duran adam buna kızdı, caydırdı..." diyordum. Beti-benzi solmuş vaziyette beni karşısında gören yeni abonemiz:

 

- Tekrar kusuruma bakmayın, bu kadar merdiven tırmandırdım! Siz ayrılır ayrılmaz Şişli’de abim var o aradı. Sizden bahsettim. Onu da yaz. İşte adresi, bu da telefonları.

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.