"Bizim için kul hakkı yememek, her şeyden mühimdir..."

A -
A +

Gözlerimden uyku dökülmesine rağmen, kalbim huzurla yoğrulmuş gibiydi. Zayıf omuzlarım, büyük bir davanın yüksek bir hizmetini taşıyordu.

 

 

 

Gecenin loş karanlığında duvarın dibindeki banka çöktüm. Başımı ellerimin arasına aldım. Sırtımda hâkî renk, iri cepli, bilhassa filmcilerin giydikleri bir yelek vardı. Gözlerimden uyku dökülmesine rağmen, kalbim huzurla yoğrulmuş gibiydi. Zayıf omuzlarım, büyük bir davanın yüksek bir hizmetini taşıyordu. İşin ehemmiyetinin farkındaydım ve bu gayretler de hep o itimadı boşa çıkarmamanın bir neticesiydi elbette. Gelen ayak seslerine başımı kaldırdım. Ana giriş kapısına dikkatle baktım lakin görünürde bir şey yoktu. Sonra ters istikametten yanımda bitiverdiler çocuklar. Gülüştük, şakalaştık, çalışma odamda biraz meşgul edip gönderdim.

 

 

 

Bağ, bostanım söküldü,

 

Anlatamam el gibi,

 

Kara saçlar döküldü,

 

Dolaşırım kel gibi.

 

 

 

Bu arada programımız da yayınlanmaya başlamıştı. Büyüklerimizden bir not geldi:

 

"Bir insan biri hakkında müsbet veya menfi konuşuyorsa ona yorum katmayın, muhatabını da aynı şekilde konuşturun. Tek taraflı olmasın. Bizim için kul hakkı yememek, her şeyden mühimdir. Adil olmalıyız her zaman ve mutlaka…”

 

"Güzel yapmak çok yapmakla olur..."

 

"Hizmette sınır ve sinir yoktur."

 

"İstişare eden kazanır."

 

Bu geç vakitte istirahatini terk ederek gelen, bir nefer gibi çalışan, her gece elemanlarını düşünen, sofrasına bir yemek konulduğunda "arkadaşlarım da bundan yedi mi?" diye soran, yemediklerini anlayınca da en kısa zamanda aynı menüden hazırlanmasının sözünü almadan yemeğine başlamayan merhamet timsali, bu asil insan Enver Abimizden başkası değildi. Bu sevdaya tutulalı kaç sene olmuştu? Nice yılları, hep bu insanlara faydalı olma, din ve dünya saadetlerine kavuşmaya vesile olma heyecanıyla geçmişti. Çocuk denecek yaşta, dinç, güçlü bir delikanlıyken muhabbetin ehline düşmüştü. Kendini çok şanslı görüyordu. Onların dediklerini yaptı, pek çalıştı. Bu kadar senenin yazları, kışları, rüzgârları, fırtınaları, güneşleri onun nazik bedenini yıprattı. Böbreklerini bozdu, ameliyat oldu. Avuç dolusu ilaçla hayatını devam ettirdi. Ama onun çelikten daha sağlam iradesine bir şey olmadı. Yalnız haksızlığa, iftiraya uğradığına, arkadan vurulmaya, yanında çalıştırıp da ihanet edenlerin hâline acıyor, onların ebedî saadetlerini yitirip mahv-u perişan olacaklarını düşünerek de üzülüyordu...

 

Bütün umudu, bu yapılanların boşa gitmeyeceğine olan inancıydı. Allahü teâlânın rızası için çıktığı yolda er veya geç hedeflerine ulaşacaktı. Yılmadı, usanmadı o kadar zorluğa, sıkıntıya dayandı. Öldükten sonra dirileceğine nasıl inanıyorsa, öyle emindi istikbâlinden de...

 

Böyle bir işvereni olup da yan gelip yatmak bize yakışır mıydı? Bizler de ona ayak uyduramazsak da taklit etmekle büyük bir şeref duyuyorduk...

 

Program bitene kadar hep bu hissiyatla dolu olarak döndüm durdum. Sağdan soldan, yurt içinden dışından yoğun telefon trafiği başladı.

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.