İki kafadar, belli etmesek de yalnızlıktan ve yırtıcı hayvanlardan da korkuyorduk. Ağaçsız tarafa geçtik, koca bir kayanın üzerine çıktık...
Gözelerden akan sular mini bir çay oluşturmuş billurdan bir ırmak gibi şırıl şırıl akıyordu. Derenin güneyi çıplak kayalık, karşı taraf ise alabildiğine büyük çamların olduğu ormanlıktı. Sanki çamlar söz vermişler derenin öte tarafına geçmemişlerdi.
İki kafadar, belli etmesek de yalnızlıktan ve yırtıcı hayvanlardan da korkuyorduk. Ağaçsız tarafa geçtik, koca bir kayanın üzerine çıktık, argun topladığımız çalılıklara bakıyorduk. Bir de ne görelim; kocaman bir bozayı, önündeki yavrusunu pataklayarak; bizim biraz önce çıktığımız çalılıklardan çıkmıyor mu? Onlar bizden, biz onlardan korkmuştuk. Ayılar ters istikametimiz doğrultusunda, homurtular çıkararak alabildiğince koşmaya başladılar. Rengim soldu, ağzım kurudu. Ya biraz önce biz oradayken burun buruna kalsaydık? Ya ... ya... Ödümüz kopardı herhâlde...
Fikriyle kısa bir bakışmadan sonra, ayıların tam tersi istikametinde koşmaya başladık... koştuk... koştuk... daha mecalimiz kalmadı.
Terden, korkudan sırılsıklam olmuştuk. Artık orman epey gerilerde kalmıştı. Yolumuz boyunca küçük şelaleler oluşturarak akan dereye indik. "Çılçıl" dediğimiz şelâle dibinde kocaman bir gölcük oluşmuştu. Burada yıkanmaya, bizim tarafın ifadesiyle çimmeye karar verdik. Ayı tehlikesini atlatmış, üstelik çok da terlemiştik. Tam zamanıydı...
Arkadaşım, kaşla göz arasında üzerindeki kaba elbiseleri çıkararak don gömlek suya atladı. Kıyıda öyle sudan çıkmasını bekliyorum. Ortalıkta yok. "Fikri! Fikri!" diye yırtınırcasına bağırıyorum... Yok... yok!
İyice ümidimi kestim. Bir taraftan ağlıyorum, diğer taraftan da köye gidip hem kendi anama babama, hem de onun anası, babasına nasıl duyuracağımı düşünüyor, kahroluyordum.
"Bu ne işti başımıza geldi Allah’ım!" Yağmurdan kaçayım derken doluya tutulmuştum. Ayıdan kaçmıştık ama bu sefer de arkadaşım....
Bana yıllar gibi gelen bir zaman dilimi geçmişti ki sudan "foşt" diye bir dalgalanma oldu. Fikri morarmış yüzüyle kendini kıyıya fırlattı. Ben de aynı şekilde arka üstü kayalara düştüm. Sonrasından haberim yok. Dakikalarca öyle kalmışız. Neden sonra aklı başına gelince giyinmiş ve beni uyandırmaya çalışmış Fikri. Bu sefer de o aynı korkuyu yaşamış. Uyandığımda arkadaşımı, baş ucumda ağlıyor buldum.
- Hayırdır, ne oldu bana?
- !!!
- Niye ağlıyorsun?
- !!!
- Nasıl çıktın gölden? sorularına cevap vermeden.
- Hadi kalk gidiyoruz, yeteri kadar acı çektik!
- !!!
Fazla uzatmayayım kalktık, yavaş yavaş köye doğru yürümeye başladık. Ben de aklıma gelenleri sordum:
- Fikri çok korktum! Bağırmalarımı hiç duymadın mı?
- Ne bağırması, ne duyması?
- Peki, ne oldu da suyun içinde o kadar kalabildin?
- Ben de tam anlayamadım. Malum, çok terlemiş ve yorulmuştum. Billur gibi suyu görünce canım o kadar girmek istedi ki, seni bile beklemeden atladım. Atladım ama dibi yoktu. İndim indim! Ne ayağıma bir taş ne de bir cisim rast gelmedi.
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları