"Hakkında şikâyet var Behlül! Bir tüccarın iflâsına sebep olmuşsun!"

A -
A +

"Adamcağız tavsiyelerine uymuş, dediklerini yapmış o ticaretten de iflâs etmiş. Şimdi perişan. 'Ona itimat etmiştim, beni kandırdı' diyor."

 

 

 

Harun Reşid:

 

- Taş mı yoksa kuş tüyünden bir şilte mi? Orasını kimse bilemez.

 

- Bana taş mı atıyorsun?

 

- Ne haddime!

 

- Pek, niçin geldiğimi sormuyorsun?

 

- Estağfirullah! Mülk sahibine, niçin geldiği suâl edilir mi?

 

- Hakkında şikâyet var!

 

- Suçum neymiş?

 

- Bir tüccarın iflâs etmesine sebep olmuşsun!

 

- Nasıl iflâs ettirmişim Efendim?

 

- Seninle istişare etmeye gelene yanlış malumat vermişsin!

 

- Başka bir şeyden bahsetmedi mi?

 

- Yalnız tavsiyelerinize uymuş, dediklerini yapmış o ticaretten de iflâs etmiş, adam şimdi perişan. “Ona itimat etmiştim, beni kandırdı!” diyor.

 

- Anladım Sultan’ım! Baştan anlatayım eğer haksızsam cezama razıyım.

 

- Anlat bakayım.

 

- Efendim, az çok kimin şikâyetçi olduğunu tahmin ettim. Çünkü benden o kara kuru adamdan başka zengin olmak için talepte bulunan olmadı. Bu bahsettiğiniz tüccar, bir gün mütevâzı bir şekilde bana geldi: “Ey Behlül Dânâ! Bana öyle bir şey öğret ki onun ticaretini yaptığımda zengin olayım… tabii ki hem de duâ et...” dedi. Ben de hani derler ya “Söyleyene değil söyletene bak...” kabilinden ona dedim ki; “Demir al, demir sat… Yâ Rabbî, bu kardeşimin hayırlı isteklerini, duâlarını da kabul et...” dedim. Söylediklerimi yerine getirmek için müsaade isteyip ayrıldı. Aradan birkaç ay geçmişti ki yağız bir küheylan at üzerinde fakirhanemin önüne geldi. “Ey Behlül Dânâ! Dediklerini yaptım. Cins atlarım, saray misali köşklerim, bağlarım bahçelerim oldu. Lakin hedeflerime yetmiyor bu yaptıklarım. Daha çok zengin olabilmem için başka ne yapmamı tavsiye edersin?” dedi küstahça. Böyle kibir abidesi, şımarık, kendini beğenmiş karşımda sırıtıp durdu bir müddet. Ne söylediğimin farkında bile değildim. Daha önce demiştim ya “Söyleyene değil söyletene bak…” Aklıma nereden geldiyse bu sefer de “Soğan al soğan sat…” dedim. Kibirli adam “Allaha ısmarladık…” bile demeden atını kırbaçladı, sokağı tozu dumana katarak uzaklaştı. Gidiş o gidiş. Şimdi de şikâyete gelmiş. Suçum varsa boynum emrinizde!

 

- Hemen teslim olma Behlül! Anlattığına bakılırsa sen haklısın. O çirkin niyetinin bedelini ödemiş.

 

- Kalpleri Allahü teâlâ bilir muhterem Efendim.

 

- Âmennâ ve saddaknâ. Yine de yüzleştirmemiz lazım. Birinci görüşmenizden, yani fakirken zengin olmasından bahsetmemişti.

 

- Ya ayna kırılmışsa Efendim? Aynanın doğru göstermesi kırık aynanın lisan-ı hâli kadardır. Laf, söz yok. Her şey lisan-ı hâl Sultan'ım. Başka lafa ne hacet!

 

- Yani "O kadar" mı demek istiyorsun Behlül?

 

- Hüznün sularında kırılan ayna kendisinden başka ne gösterebilir ki Sultan'ım?

  • Şifreli konuşuyorsun yine! DEVAMI YARIN

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.