O hadise aklıma geldikçe tüylerim diken diken olur, ürperirim: Uzun kış gecesi ve ansızın inen bela, karanlık bir çölde yollarını kaybettiler...
Sözüne dikkat et, yükseklerden uçma!
Hep doğru söyle ki, denmesinler saçma!
Emin olmayana, hiç sırrını açma!
Sohbetin özünü, anlarsa bir kişi,
Fayda verir ona, candan dinleyişi.
İhlâslı olanlar hep doğruyu seçer,
Hak yerini bulur, ektiğini biçer,
İnsan bu dünyadan, pek ansızın göçer.
Hayat ve mematı tam anlarsa kişi,
Ders çıkarır ondan kalpten dinleyişi.
Hoca dikkat et bak kim kimlere kaldı?
Dünya kaç kez dolup yine de boşaldı,
Kimler pişman oldu, gönülden yalvardı!
İşin iç yüzünü, kavrarsa er kişi,
Huzur verir ona içten dinleyişi.
***
O hadise aklıma geldikçe tüylerim diken diken olur, ürperirim.
Bir deşt-i siyehde oldı gümrâh,
Yeldâ-yı şitâ belâ-yı nâgâh!
“Uzun kış gecesi ve ansızın inen bela, karanlık bir çölde yollarını kaybettiler.”
Yeşilde, alda kaldı,
Ağaçta, dalda kaldı,
Hoca, günlerdir bekler,
Gözleri yolda kaldı.
***
Eski Şark hekâtlarında (hikâyelerinde) aksakallı bir mübarek zat-ı muhterem, rüyasına girdiği delikanlıya güzel bir hanımefendi tasviri gösterir. O geceden sonra o gencin içine sevda değil karasevda ateşi düşer. Artık o delikanlının işi maşukunu aramak olur. Ömrü boyunca her yerde onu arayıp durur ya... Benim sinemayı, Yeşilçam’ı arayışım hiç de öyle olmamıştı, rüyamda görmediğim gibi hayalini bile kurmamıştım. Zaten, nereden girilir, nereden çıkılır, ne yapılır ne edilir ve neye benzediğini dahi bilmiyordum ama şimdi gece gündüz hep onu düşünüyor, onunla yatıp onunla kalkıyorum. Büyüklerimiz buyurmuşlardı ki: “Tesadüf denen bir şey yok! Bu işler rızkımız gibi nasip işi…”
Bu sevdaya yakalandıktan sonra geceleri yorganın altında uyuyarak geçirdiğim nadirattandı. Bir düşünsenize; insan tek başına yataktayken; mesut ve bahtiyar olabileceği nice düşüncelerle dolar boşalır. Benim ise düşüncelerim, hayallerim yorgunluktan hepten yok olup giderdi. Niçin? Hemen derin uykuya daldığım için! İstisna olarak uyumadığımdaysa aksine yorganın altında hesap verip ter dökerdim. Çünkü vebali büyük bir meşguliyetim vardı.
Sigarayı yakıyor,
Yüreğimi yıkıyor,
Doğru gitmez yoluna,
Hain gibi bakıyor!
***
Merhum Cem Ertürk Abimizle beraber zor bir projemizin gece sahneleri, İstanbul’umuzun muhtelif semtlerinde çekiliyordu. Bugün ise Sultan Ahmed Cami-i şerifinin alt taraflarında Cankurtaran denilen yerdeydik. Projenin bir maceraya dönüşmemesi için bizzat başında bulunuyordum.
Yatsı namazını eda ettiğim Akbıyık Cami-i şerifinden çıkmış, Arnavut kaldırımlı dar sokaklarda düşünceli düşünceli yürüyordum… Birkaç yüz metre ötede Sultan Ahmed Cami-i şerifi, yeni alevlenmiş bir yanardağ gibi, ışıl ışıl yükseliyordu.
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...