Bütün insanların gece ve gündüz hesaba çektikleri, hakkımda çeşitli hükümler verdiği şey ya da beni ben yapan hakikat neydi?
Gözlerim şiş, kirpiklerim yaşlardan diken diken. Nefret ediyorum övülmekten, nefsimin toparlanıp kuvvet bulmasından. Huzur duyuyordum rüzgârdan, sıcakta kavrulmuş fundalıklardan, sessiz sedasız akıp giden nehirden, saf temiz masumların yanında olmaktan. Üzülüyordum yersiz şakalaşmalardan, herkesin hayret dolu gözlerle bakışından... Sincabımı, tavşanımı, kumrularımı mahalle çocuklarına bıraktım, baksınlar diye. Kulübe kapısı çarpılıp kargalara taş attığımda, ses ağaçların arasında pıtır pıtır. Her şey yalan burada, her şey yapmacık...
Herkesin aslandan kaçar gibi kaçtığı kulübemde yalnız yaşamamı çoğu insanın aklı almıyordu. O küçücük mekânı çok temiz tutsam da onlara göre çer çöp içinde, yine öyle derme çatma fare yuvası gibi görünüyordu. İşte böyle bir mekândan ötelere, pek alelâde şeylerin talihini paylaşmaya gidiyordum. Bütün insanların gece ve gündüz hesaba çektikleri, hakkımda çeşitli hükümler verdiği şey ya da beni ben yapan hakikat neydi? Şüphesiz ki insanların çoğu hastaydı ve bu illete yakalandıklarından haberleri bile yoktu.
Nefis denilen iç düşmanım hareketlerime hâkim olup aklımın yerine o konuştukça hep susuyor; o beni yerin dibine batırdıkça yine onu bekliyordum. Bunlar şüphesiz ki üzüleceğim şeylerdi ve hocalarımın bunları fazla düşünmememi söylemekte hakları vardı. Fakat ben ki ölüme denk sıkıntıların en acısını kendi etrafımda teneffüs etmiş, çok insanın dayanamayacağı badireler atlatmıştım. İnsanların aşağılamaları artık bana o kadar da yabancı gelmediği gibi, tarif edilmez bir haz da alıyordum. Şimdiyse övülmekten korkuyor, nefsimi zapturapt altına almışken yeniden bana hükmetmesinden çekiniyordum.
Durmadan değişen ruh hâlime göre de etrafımdaki çehreler değişirdi; kimi melek gibi saf temiz, kimi canavar kılığında, bazılarıysa karanlıkta rastlanan ateş böcekleri gibi cılız ve garip görünürlerdi gözüme. O kadar ki onları bir daha görmeyi istemezdim. Doğrusunu isterseniz bu NEFİS denilen hain bütün insanlarda aynı olsa da şahsın ilmine, ihlâsına ve kalbî maharetlerine göre ayrı şekillerde ortaya çıkar, yapacağını yapardı. Onun hile ve desiseleri bitmezdi. Kimine azap dolu korkular verir, kimine yürek hoplatan ürpermelerle dolu uykusuz geceler yaşatır, kimine ise soğuk terler boşaltırdı. Nerede ne yapacağı hiç belli olmayan bir iç düşmanımızdı NEFİS! Benim kadar tanıyamazsınız! Onu senelerce beraberimde gezdirdim. Uyurken başımın ucunda beklerdi. Uyanınca, etrafımda bana ilk gülen, ilk sohbet eden de o olurdu. Kitaplarımın sayfalarını benim için o çevirirdi. Daha büyük yaşlarda hayatın ilk lezzetini tadarken, göğsümün üzerinde uzanmış, beni sıkıca sarmış vaziyette görürdüm. Et ve tırnak gibiydik yani. Kurtulmam için yaptığım amansız muharebelerin sayısını unutmuştum...
Yaşım epey ilerlemiş olmasına rağmen, eskiden olduğu gibi yine yakamı bırakmayan NEFİS denilen düşmanım, acayip ve oldukça dikenli, bir o kadar da kuvvetli sarmaşık gibi, etrafımı dolaşıyor, iç âlemimle dışımı birbirine kenetliyor, tek bir kütle gibi bağlayıp beni kıpırdamaz hâle getiriyordu. DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nıın önceki yazıları...