Nefsine söz geçiremiyor, bir çıkış yolu bulamıyordu…

A -
A +

Lütfü Hoca:

- Korkumdan değil Ahmed Ağa! Bu kadar hizmetimin neticesinde aldığım mükâfata bakıyorum da…

 

- Dediğim gibi sen olmamış gibi davran yine de! Ben Fahreddin’i gönderirim sizde kalır birkaç gece. Sonra da işin aslını öğreniriz. Ben onun için biraz önce evden çıkarken; “Hemen düğün yap, götür gelinini…” dememiş miydim? İşte bunlar için! Köylük yerinde böyle cahilce ad çıkarma, insanları zora sokmalar olabiliyor. Tekrar ediyorum çocuğun illa da mektebi bitirmesini bekleme. Bir sene evladın yanında kalmış, ağzı Kur’ânlı, duâlı kayınpederine ve validesine hizmet etmekle şereflenmiş olur. Hem onun eksikleri çoktur. Onları da öğretirsiniz.

 

- Düşünelim bu tavsiyenizi Ahmet Ağam! Ama bu yazılanlar kalbimi fena kırdı. Çok üzgünüm! Her neyse vakit de yaklaştı. Müsaadenizle camiye gideyim.

 

- Benim durumum biraz sıkıntılı Hocam, müsaadenizle ben namazımı burada kılayım. Sen korkma! Bütün gençler, etrafta nöbet tutarlar! Ah o yürek olsa da size o mektup yazan evinize yaklaşsa, görsek, tanısak, yüzüne tükürsek! Nerede o cesaret? İşte havlayacağı kadar havladı, maksadına da ulaştı. Sizi üzdü, bizi de...

 

- Kusura bakma benim yüzümden siz de üzüldünüz akşam akşam!

 

- Korkma; “Acı patlıcanı kırağı çalmaz…” Hocam!

 

- Çok teşekkür ederim dünür biraz ferahladım.

 

- Dediğim gibi takma!

 

- !!!

 

Lütfü Hoca, hakikaten konuşmakla iyi etmiş, biraz ferahlamıştı. Evden çıkıp camiye doğru giderken, “Eski günlerim olsaydı hemen göçümü yükler, çekip giderdim… Şimdi bu kadro meselesi belimi büküyor! Çocuklar okuyor, tam paraya ihtiyaç duydukları vakit!” diye içinden söyleniyor, nefsine söz geçiremiyor, bir çıkış yolu bulamıyordu…

Binbir düşünceyle yürüdü. Güzel hatıralarının olduğu bu köye yakıştıramadığı ve ömründe ilk defa karşılaştığı mektupla tehdidin hüznü kaplamıştı bütün bedenini. Tezek kalakları, üzeri kar mı kırağı mı tutmuş tam anlaşılmayan tayalar, adam boyu taş duvarların arasından baktığında yeni cami-i şerifin yarı kalmış minaresini gördü. Yaptırabilmek için verdiği mücadeleyi, fedakârlıklarını hatırladı, gayr-i ihtiyari “İnşallah, bu minareyi tamamlamak da nasip olur!” dedi. Karanlıkta daha heybetli oldukça da ihtişamlıydı.

 

Köyün üzerindeki bulutlar, ağırlaşıp Sütpınar’ın üzerine çökmüş gibiydi. Kayalıklar, uzaktan dağlar daha karanlık, oldukça da esrarlı görünüyordu. Yatsı namazını nasıl kıldı, aşr-ı şerifi nasıl okudu, farkında bile değildi. Bu şaşkınlığı gözünden kaçmayan Durmuş Çavuş:

 

- Hocam hasta mısın ne? Keyfin yok!

 

- İnsanoğlu demek; noksanoğlu demektir Durmuş Çavuş. Oluyor işte, acizlik!

 

- Yok yok! Bugünkü hâlin diğer günlerdekine benzemiyor!

 

- Nasıl ki?

 

- Ne bileyim şakalaşırdın, bizlere laf atardın! Olmazsa mutlaka bir dinî meseleyi öğretmek için çaba harcardın. Sanki eski cıvıl cıvıl Lütfü Hoca gitmiş, yerine kalıbı aynı, içi değiştirilmiş biri gelmiş gibisin! DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.