"Beni tanımadın mı Hocam Dumluluların Kahveci Cezo dedikleri Tortumlu Cezmi'yim. Malumun Muhlis de Tortumluydu..."
Bakın açmış gül erken,
Gecikmeden gel erken,
Hoca, edebi gözet!
Ağzı kapat gülerken!
Sorsaydı da doğrusu hiç itiraz etmezdim. Kendimi tanıtıp filmci olduğumu, yeni bir projemiz için çekime giderken hasreti içimde kor olan bu yerleri bir daha dünya gözüyle göreyim düşüncesiyle kafileden ayrılıp geldiğimi dile getirdim.
Elleri nasırlı yüzü güneş ve tozdan topraktan kavrulup çatlamış hayli kırışmış yüzü, saçı sakalı bembeyaz olan ihtiyar kahveci "Beni tanımadın mı Hocam Dumluluların Kahveci Cezo dedikleri Tortumlu Cezmi'yim. Malumun Muhlis de Tortumluydu. Onunla ayrı bir hukukumuz vardı. Gördüğünüz gibi dünya yalan… Hepsi bu. Geldik gidiyoruz...” dedi.
Hatırladığım kadarıyla günün kararmak bilmediği sıcak bir yaz günüydü. Çaylarımızı yudumlarken tümenin buradan taşındığını, sanki buranın kıyametinin koptuğunu, büyük bir felakete uğramış gibi olduklarını, dükkânların tek tek kapandığını, kendinin de sinek avladığını söyleyip epey dert yandı. Kahveciliğe ilaveten bir de arıcılığa başladığını da ilave etti.
"Bu sene yine kurak gitti, arılar dağda bayırda çiçek bulamadı. Hayatımız gibi balın da tadı kaçtı” diye söylendi. Kısa bir sessizlikten sonra “Bak buna şaşılır, ne de olsa eksilenlere şaşırıyoruz” diyerek çaylarımızı yudumladık.
- Hem arıcı, hem kahveciyim. Dağda kovanları hırsızdan, ayıdan muhafaza için beklerim. Oğul verdirir, kovan doldurur, icabında satarım. Dumlu'ya geldiğimde ise yine kahveciyim. Ama tezgâhın arkasında değil bu masamda. Gelenle gidenle sohbet eder eskileri yâd ederiz.
- Hani ecdat sözü var ya “İhtiyarlar hatıralarıyla, gençler ümitleriyle yaşarlar..." kabilinden siz de öylesiniz.
- Eskiler “Zaman hızlı akar” derlerdi.
- Doğru söylemişler.
- Bizim ömür de öyle geçip gidiverdi. Çalışırken insan zamanın nasıl geçtiğini anlamaz. Anlayabilmek için arada durup vaktin ötesine bakmak lazım. Vaktin ötesi için dağda kayaya sırtını verip batan güneşe veya gözenin başında sudan yansıyan yüzüne bakarsın. Bazen de böyle bir masa etrafında kendinden öncekileri yâd edersin...
Bu sözlerden sonra boşalan bardaklar tekrar dolduruldu. İkinci, üçüncü derken sayamadım. Son çaylarla birlikte doymuştum. Cezmi Dayıya saatimi işaret edip işimin başında olmam lazım geldiğini söyleyip müsaade istedim. O ise “daha yeni başladık” diyerek bırakmak istemese de epey dertleşmiştik. Aklıma gelen herkesi sordum. Ölenlerin ruhuna Fâtihalar okuduk.
Ne zavallı şu âşık,
Eline almış kaşık,
Aşkı yiyip bitirmiş,
Öyle kalmış bulaşık.
Kafam Dumlu'yla dopdolu ayrıldım. Mektebin önünden geçerken kimleri hatırlamadım ki; "Yalan dünya! Sanki ben buralara hiç gelip dolaşıp gitmemişim..." dedim, hüzünlendim yol boyunca.
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...