"Doğru dersiniz hoca efendi, aslında bizim filmlerde sizin gibi büyüklerimize münasip rol çok, kabiliyetiniz yüksek. Ancak!.."
"Senin bu dostça izahatına ne diyebilirim ki? Lakin..." diye sözümü tamamlamamıştım ki, iri yarı, göbekli, birkaç günlük tıraş olmamış hâliyle mevlidhan diye geçinen hoca ağzını şapırdata şapırdata yanı başıma dikiliverdi:
- Ne o yönetmen bey, bir selâm bile vermedin!
- Estağfirullah hocam, ne haddimize! Siz hep meşguldünüz şöyle kenarda takılıverdim.
- Yok yok, öyle değil de… Hadi öyle olsun!
- !!!
- Eee, yönetmen efendi, bize filmlerde rol yok mu?
- Doğru dersiniz hoca efendi, aslında bizim filmlerde sizin gibi büyüklerimize münasip rol çok, kabiliyetiniz yüksek…
- "Hah ha…"
Hoca Efendi kahkahalar atarak bahçeyi çınlatıyordu. Biraz nefes aldıktan sonra kulağına eğildim:
- Yalnız sizin bu sakallarınıza ilave etmemiz icab edebilir!
- Ne demek istiyorsun sen?!
Onun yüksek sesle cevap vermesi başkalarının da dikkatini çekmiş olmalı ki, başlar bizden yana çevrildi. Ben ise hâlâ fısıltıyla konuşmaya çalışıyordum:
- Bir şey demek istemiyorum. Bizim filmlerde rol alabilmeniz için sakalınıza ilave yapmamız lâzım geldiğini söylemek istiyorum. Sünnete uygun sakal bir kabza, yani dudak altından bir tutam uzunluğunda olması lâzım, malumunuz. Siz vaazlarınızda anlatıyorsunuz ya…
- Ben nerede anlattım, öyle bir şey?
- Siz anlatmadıysanız bir başka vaiz efendi anlatmıştır mutlaka. Filmlerini yaptığımız mübarek zatlar aynı zamanda birer gönül sultanı ve tam mümin, evliyâ ve bütün insanlığa numune şahsiyetler... Onların yemeleri, içmeleri, konuşmaları, her hareketi, kılık kıyafetleri, ne bir noksan, ne de bir fazla, her şeyleriyle ehl-i sünnet itikâdına münasip.
- Açık konuş! Ne demek istiyorsun sen? Kalkmış bir artist mi, filmci mi ne, bize din öğretiyor, nasihat veriyor!
- Estağfirullah, ne haddime!
- Senin konuşmaya hiç hakkın yok kardeşim! Benim sakallarıma laf atacağına, önce git aynaya bak! Sende sakalın hiç esâmesi bile okunmuyor! Bende az da olsa var, sende hiç yok!
- Özür dilerim, yanlış anladınız galiba!
- Özrün de kabahatinden büyük! Yanlış söyledim diyemiyorsun da, yanlış anladığımızı söylüyorsun! Ne devirlere kaldık Allah'ım, kalkmış bir filmci bize dini anlatıyor, akıl veriyor. Önce insan haddini bilmeli! O bizim sahamız ve bizim işimiz, sen kendi işine bak! Ben kalkıp senin filmlerine karışıyor muyum? Şöyle çekilecek, böyle oynanacak diyor muyum?
İçimden; "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil'aliyyil'azîm..." diyerek konuşmayı sonlandırmak istiyorsam da ne mümkün, vaiz efendi bir kere ağzını açmıştı. Durmadan okuduğum kitaplardan tut, çalıştığım müesseseye kadar demediğini bırakmadı. Ben fena hâlde bozulmuş ve de üzülmüştüm. Uygun olmadığını bildiğim hâlde:
- Keşke gelmeseydim, diyor, başka bir şey diyemiyordum ki, bir köşeden sünnete uygun sakalı olan ihtiyar birinin ince titrek sesi duyuldu:
- “Yeter Hoca efendi! Yönetmenin üzerine fazla gittiniz! Adamın ne dediğini ne yaptığını hepimiz duyduk, gördük...
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...
Allâh'u teâlâ râzı olsun Râgıp ağabey. filmlerinizi hayranlıkla seyretmiştik. perde arkası yaşananları da yazılarınız sayesinde öğrendik. Rabbim gani gani râzı olsun uzun ömürler versin O güzel filmlerden tekrar çekmenizi nasîb eylesin inşallâh. Rabbim o güzel filmleri yaptıran Enver Ören Âbize , Emeği geçip ölmüşlerimize gani gani Rahmetler eylesin inşallâh. Sağ olanlara Rabbim Sağlık sıhhat ve âfiyet ile uzun ömürler versin inşallâh.