Yapılan masrafları düşünüp içimden kahırlanıp ağlıyordum âdetâ. Tek tek insanları ikna etmeye karar verdim. Önce teknik ekibi...
Yücel Çakmaklı da; “Çekim yapılmaz" diyor. Kameramanımız Çetin Tunca aynı fikirde, teknik olarak imkânsızlığı anlatıyor durmadan:
"Dünyada olmaz, kamera çalışmaz, biz güneş ışığına göre hazırlığımızı yaptık. Ark kullansak da diğer sahnelerle sırıtır. Sonra yağmurda kimse pazara, panayıra gidip eğlenmez, çeksek de montajlayamayız, teknik olarak mümkün değil! Bugün 'repo' verelim, hava iyi olunca da çıkıp geliriz" diyor, başka bir şey demiyordu. Ben ise yapılan masrafları düşünüp içimden kahırlanıp ağlıyordum âdetâ. Tek tek insanları ikna etmeye karar verdim. Önce teknik ekibi;
“Arkadaşlar gördüğünüz gibi hava kapalı, ama bizim üzerimize bir damla yağmur daha düşmedi. Dediğiniz olur, bardaktan boşalırcasına yağmur yağarsa, zaten yapacağımız bir şey yok. Ama bu kadar insanı bir daha toplayamam. Toplasam da bütçem kifayet etmez! Lütfen şaryo, dollyy, her ne varsa kuralım güneş çıkıncaya kadar provalarımızı yapalım. Hava açınca da zaman kaybetmeden 'motor' diyelim. Yemekler gelmiş, çaylar kaynıyor. Şartlar müsâit olmazsa o zaman gideriz” dedim.
Bazı okuyucularımız haklı olarak “şaryo, doli de ne demek oluyor?” diye düşünebilirler. Kısaca izah edeyim. Şaryo; sinema dünyasında film çekimlerinde kullanılan raylı bir aparat. Kameranın düz bir zemin üzerinde ileri geri, sağa sola rahat hareket etmesine yarar. Dollyy; kameranın monte edildiği tekerlekli bir cihaz.
Bu yapıcı izahatıma oradaki birçok oyuncu, figüran hak verdi. “Yapımcımız haklı! Kıyamet kopmaz! Biraz daha bekleyelim..." deyip bana destek verince işim kolaylaştı.
Vakit kaybetmeden de provalara başladık, bitirdik, sanki o an tepemizden bir pencere açılıverdi. Güneş yalnız bizim bulunduğumuz mekânı, bir hususi ark gibi aydınlatıyordu. Berrak tertemiz bir ışık. Bu sefer sevincimden gözlerimden süzülen yaşa mâni olamadım. Kimseye belli etmeden rejisörün, ekibin çaylarını tazelettim. Oyuncular yerlerini aldı ve büyük bir heyecanla "motor" dedik. İpte cambazı görmek için çevre köylerden bile sayısız insan gelmişti. Etraf ana-baba günü, kalabalıktan geçilmiyordu. Saatlerce çekim yapıldı, bütün sahneler tek tek yedeklendi. Ne bir fazla ne de eksik, işimizi bitirip arabalara bindik, bizi bekliyormuşçasına bardaktan boşalırcasına yağmur başladı. Silecekler yetişmiyor yağışın hızına. Kısa zamanda dereler doldu. Bu sefer de sel sularına kapılacağız korkusu yaşıyorduk. Görmek lazımdı. O hava ve yağış anlatılacak gibi değildi. Yücel Çakmaklı:
- Ragıp Bey, Bişr-i Hâfî hazretlerinin himmeti, bereketi… Bu iş yağdan kıl çekilir gibi zahmetsizce oldu. Tesadüfle izah edilemez! Büyük bir tevafuk bence!
- Yücel Abi, ne desem boş! Şaşkınım!
- Şaşılacak kadar haklısın! Olmayacak şeyler oldu!
- Bir tasarruf muhakkak ama Bişr-i Hâfî hazretlerinden mi yoksa başka evliyâlardan mı onu bilemem.
- !!!
Şehre gittiğimizde sabahtan akşama kadar yoğun bir şekilde yağmur yağdığını hiç fasıla vermediğini gördük. Bu harikuladeliğe daha bir hayret etmiştim... Birinci hâdise bu.
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...