Akdeniz’deki Kıbrıs adası, bizim için ne anlama geliyorsa Osmanlı ceddimizin "Siyahdeniz" dediği Karadeniz’e bakan Kırım yarımadası da aynı değerdedir.
Ecdadımız, yüksek devlet adamı idrakiyle hem Akdeniz ve hem de Karadeniz’e büyük ehemmiyet vermişlerdi. "Akdeniz" derken yaptığımız tarifi, bugünkü Akdeniz’den ibaret sanmamalı. O devirlerde, Marmara’ya kadar bütün bu sular Akdeniz’di. Ege, intihar etmiş eski bir Yunan kralının isminden hareketle verilmiştir.
Cennetmekân Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’un fethinden sonra Kırım’ı kurtarıp, Kırım Hanlığını takviye ettikten sonra Karadeniz hâkimiyetini kurmuştu. Gedik Ahmed Paşa komutasındaki ordumuz, 1475 yılında Kırım Seferi’ne çıkarak vaki deniz muharebesiyle Kırım yarımadasını işgalci Cenevizliler kurtardı. Bundan böyle Kırım Hanlığı, Devlet-i Âli Osman’ın himâyesine alınmış oldu. "Himâye" bugünkü söyleyişle "garantörlük"tür. Payitahtın bu hamlesi, ileriye doğru sürekli hareketlilik getirecektir. Osmanlı Türkiye’si ve Çarlık Rusya’sı arasında 6 yıldır devam etmekte olan harbi bitiren 1774 Tarihli Küçükkaynarca Adlaşmasıyla Kırım, bağımsız oldu. Kırım ahalisi, Han’ı artık kendisi seçecekti. Payitaht, hâkimiyetin Ruslara geçmesindense Kırım’ın Hilafete bağlı kalarak müstakil olmasını ehven-i şer saydı. 1787 yılında Türkiye ve Rusya arasında bu mevzuda yeniden bir savaşı patlak verdi. Rusya, Kırım’ı işgal etti. Bu arada Moskova, kendi yetiştirmesi Han’ı destekledi. Rus istihbaratı, halka Moskova lehine çalışmalar yaptı. İçeride fitne de başlamıştı. 1792 tarihli Yaş Andlaşmasıyla Ruslar, -maalesef- ağırlık kazandılar.
Daha beriye gelindiğinde 1853-1856 Kırım Harbi, İngiltere ve Fransa’nın da desteğiyle Rus Çarlığına karşı yapıldı. Aslında bugün olduğu gibi Kudüs ve mukaddes beldeler harbidir. Rusya, mağlup olsa bile Cenubi Kafkasları ele geçirmişti. Osmanlı Türkiye’si, galip müttefikler safındadır fakat savaş, bizim için her bakımdan ağır kayıplara yol açmıştı. Bugün Türkiye’deki Tatar Türklerinin çoğu, 1853-56 muhaciridir. Abdülhamid Han-ı Sâni, 1876’da tahta çıktığında Kırım mağlubiyetini hazmedemeyen Rusların, rahat durmayacaklarını biliyordu. Bu yüzden Devleti harbe bulaştırmamaya özen gösteriyordu. Buna rağmen sadrazam Midhat Paşa, 1293/1877-78 Osmanlı-Rus Harbine sebep oldu. Tarihte başımıza gelen en büyük faciadır. Balkanların tamamını, Kafkaslarda birçok yeri kaybettik. Büyük insan kaybımız oldu. Ruslar, yine de Osmanlı’yı bitirme hayalleri peşindeydiler. Payitaht, gerektiğinde Londra’dan destek almak için, 1878’de Kıbrıs’ı İngiltere’ye kiraladı. Kiracı devlet, 1914’te adayı gasbetti.
Kırımlı vatanseverler, 1917 Kızıl İhtilalinden sonra müstakil bir Kırım Halk Cumhuriyeti ilân ettiler.
Kırım Halkı ve Ahıskalılar, 1944’te bugünkü Gazze misali soykırım yaşadılar. Vahşet ve cinayette Netanyahu’nun eline su dökemese de Sovyet diktatörü kızıl komünist Stalin, 18-20 Mayıs 1944’te yarım milyona yakın Tatar Türkü’nü asırlardır yaşadıkları vatanlarından kazıyıp Cengiz Dağcı’nın buna dair yazdığı romanının adıyla "Onlar da İnsandı" demeden hayvan vagonlarıyla Sibirya ve uzak Asya’ya sürdü.
Kırım, 1921’den 1991’e kadar Rusya ve Ukrayna arasında sık sık el değiştirdi. 1991’de SSCB çöktükten sonra yine Ukrayna’daydı. Sevindirici olansa şuydu:
Malum olduğu üzre Türkiye Cumhuriyeti, bir asır evvel, öz toprakları olan Kıbrıs, Nahçıvan, Batum üzerinde Garantör Devlettir. Şu yazı dikkatle okunduğunda fark edilecektir ki 1475’ten beri Kırım üzerinde de garantör devletiz. Bunun isbatı da mümkün. Kırım’da plebisit; halk oylaması yapılarak "şu üç devletten hangisini garantör olarak seçiyorsunuz?" diye BM gözlemcileri nezaretinde sorulsa Rusya ve Ukrayna Türkiye karşısında hiçbir varlık gösteremeyecektir.
Bu makalemiz üzerine bazıları, "Rusya’yla kötü olmanın zamanı mı?" diyeceklerdir. Bu itirazı art niyet eseri olarak değil, ihtiyatlı bir bakış sayarız. Tarihteki en yaman hasmımız Ruslar olmuştur. Ruslarla yaptığımız harpler alt alta yazıldığında en az çeyrek asır tutar. Bâzı dedelerimiz, "Moskof" dedikleri Rus’a duydukları düşmanlığı, bir hınç ifadesi olarak mezar taşına bile yazdırmışlardır. Türkiye-Rusya münasebetleri ilk defa Turgut Özal’ın Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı zamanında ılımlı bir iklime girdi. SSCB’nin dağılmasıyla bu seyir, karşılıklı iş birliğine dönüştü. Son yirmi küsur yıldaki iktidar, Cumhur İttifakı ve Erdoğan-Putin devlet adamı sorumluluğunda ise aklıselim ve barışta zirveyi buldu. Bugün Ukrayna-Rusya Savaşının bitmesi için en samimi adımlar Türkiye tarafından atılmakta, taraflar da toplantılarını İstanbul’da yapmaktalar. Bu emniyet hissini vermiş bulunuyoruz.
Bir gün Misak-ı Milli defteri açılırsa -ki açılacaktır- her ne kadar ismi orada sarahaten yazılmamış olsa bile Kırım da Kuvayı Milliye Coğrafyasında yer alacaktır.
Bir haksızlığın telafisi için silah ilk tercih değildir.
Kaht-ı ricâli çok şükür arkada bıraktık. Türkiye artık, diplomaside çok mahir imzalara sahiptir…
Kırım’ın güçlü bir özerk idareye kavuşması için, Rusya ve Ukrayna ikna edilebilir. Aynı şekilde Şarkî Türkistan için de Çin, güçlü bir muhtariyete râzı edilebilir. Rusya Federasyonunda yer alan Tatar Cumhuriyeti, buna en yakın örnektir. Başka misaller de verilebilir. Yeter ki iyi niyet eksik olmasın.
Büyük Devlet olmak için eğitim, maliye, ordu, sanayi ve teknoloji… gibi çevre hâkimiyetini de kurmak şarttır.
Rahim Er'in önceki yazıları...
Eyvallah LA GALİBA İLLALLAH AMİN
Her zaman olduğu gibi sayın yazara katılıyorum...
Geçmişe dair ve geleceğe perspektif bir bakışla okurunuzu bilgilendirdiğiniz için çok teşekkür ederim. Kaleminize kuvvet yüreğinize sağlık.