VAHYEDİLEN İSLAM’A KARŞI: Modernist İlahiyatçıların Sapkın İnanç ve Görüşleri

A -
A +

 

19. Yüzyılın sonlarında başlayan ve 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde şiddetle yayılan İslam’a, özellikle Ehl-i Sünnet’e yönelik eleştiri, hakaret ve ardından onu beşerileştirme harekâtı, eşzamanlı olarak bütün İslam ülkelerinde kendini göstermiştir. Bu planlı harekâtın kökü, 17 ve 18. Yüzyillarda Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde kurulan, fakat hedefleri aynı olan Oryantalizm’e dayanır. Hedef, ilmî çalışma görüntüsü altında İslam’ı değiştirme, hatta bir beşer dini hâline getirmekdir. Önce İslam’ı ictihad ve kitaplarıyla temsil eden Dört Mezhep imamı hedef alınmıştır. Sonra Hazret-i Peygamber’in mübarek şahsı eleştiri konusu yapılmış ve şerefli hadisleri şaibeli gösterilmiştir. Sonunda sıra İslam’ın temelinde bulunan Kur’an’ı tenkide ve Rasûlüllah’ı devre dışı bırakmaya gelmiştir. Bu saldırı ve tahribatta din alanında çalışma yapan modernist İlahiyatçılar kullanılmıştır. Ne hazindir ki, dünyada ve ülkemizde Üniversitelerin İlahiyat Fakülteleri, Araştırma Merkezleri, Dinî kurumları ve bazı Vakıflar, İslam’ın temel esasları olan Kur’an, Vahiy, Peygamberlik ve Hadis gibi konularda Oryantalistlerle aynı düşündükleri, inandıkları ve aynı küfür, dalâlet ve tahkir kavramlarını kullandıkları görülmektedir. Oryantalistler ki, hiçbiri Müslümanların inandığı İslam’a ve Hazret-i Peygamber’e “Peygamber” olarak inanmaz, hatta içlerinde mason, misyoner ve İslam düşmanları vardır.

VAHYEDİLEN İSLAM’A KARŞI: Modernist İlahiyatçıların Sapkın İnanç ve Görüşleri

Modernist ilahiyatçıların İslam dini ile ilgili inanç ve görüşleri, şu başlıklar altında kısaca ele alınabilir:

”KUR’AN VE İSLAM” HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

1. “Tarihsellik” inançları

Yanlış:Kur’an, belli bir zaman ve bölge insanları için gelmiştir. Hükümleri evrensel değildir. Miras, cihad ve kadınların şahitliği gibi âyet hükümleri, zamanımızda uygulanamaz. O zamanki dinî anlayış ile şu anda modern çağdaki anlayış, aynı değildir, toplumsal algı ve şartlar değişmiştir. Vahiy, Cebrâil aleyhisselâm vasıtasıyla olmamıştır.

Doğrusu: İslam, son din ve kitabı, Kur’an-ı hakîmdir. Yüce Allah, ezelî ilmi ve kelâmı ile Kur’an’ı Cibrîl-i Emîn vasıtasıyla Resûlüllah’a inzal buyurmuştur. Dünyada ve evrende ne olacağını, nasıl ve ne zaman gerçekleşeceğini, toplumların algı, şart ve değişimlerini, bunların gizli ve âşikâr olanlarını, hepsini, Allahü teâlâ ezelî ilmiyle en ayrıntısına varıncaya kadar bilinmektedir. Kur’an, son ilâhî kitap olduğuna ve Peygamber de Hâtemü’l-enbiya olduğuna göre, bunun aksini düşünmek ve Kur’an hükümlerinin bir devre âit olduğunu söylemek yüce Allah’a iftira olur.  

Dünyada ve ülkemizde “Kur’an’da Tarihsellik” görüşüne sahip olanlar, Kur’an-ı Kerim hükümlerinin evrenselliğine inanmazlar.  Kur’an âyetlerinin kendi içinde çelişkili olduğunu iddia ederler. Hiçbir Tarihselci, Kur’an’a bir Müslüman gibi inanmaz. Ülkemizde Tarihselci akımı, Fazlurrahman ve onun kitaplarını yayan Ankara Okulu temsil etmektedir. Mustafa Öztürk, Ömer Özsoy, İlhami Gürel, M. Hayri Kırbaşoğlu Tarihselciler arasında yer alırlar.

2. “Dinî Çoğulculuk” söylemleri

       Yanlış:İslam dini hak olduğu gibi, diğer dinlerde de hakikat vardır. İslam’dan başka dinlere göre iman eden ve ibadette bulunanlar da cennete gireceklerdir. Cennet, Müslümanların tekelinde değildir. Son din, İslam dememelidir. Bu söylemle, özellikle Ehl-i Kitap dışlanmış ve üzülmüş olur. Bu yaklaşım ise doğru değildir. Allah’ın rahmeti geniştir. Şirk koşmayan herkesi, Allah affedecektir.

Doğrusu: Allah katında hak din, İslam’dır (Âl-i İmrân, 19). İslam dini, Yahudilik ve Hristiyanlık dahil, semâvî olan ve olmayan bütün din ve inanışları yürürlükten kaldırmıştır. İslam, yeni bir iman ve ibadet şekli ortaya koymuştur. İslam’ın öngörmediği ve kabul etmediği bir iman ve ibadet, kesinlikle makbul ve Allah katında geçerli değildir (Âl-i İmrân, 85). Bu husus, âyet ve hadislerle sabittir.

Cennet, İslam’a göre iman eden, haramlardan uzak duran ve Rasûlüllah’ın beyan buyurduğu ve Müctehid imamların açıkladıkları şekilde ibadet ve tâatte bulunanların gidecekleri bir yerdir. Orada kâfirler, masonlar ve mürtedler bulunmaz.

Metin Yurdagür (DİA, Fetret mad.): “Cennet’e kâfirler, putperestler, ateistler de girecek” iddiasında bulunur. Hayır, bunların gidecekleri yer, cehennemdir. İslam Şeri’ati “cennet tekelliği”ni şöyle açıklar: Cennet, iman ve ibadetler karşılığında rahîm olan Allah’ın Mü’minlere sunduğu bir lütuf ve ihsan yeridir. Süleyman Ateş: “Cennet, Müslümanların tekelinde değildir” demektedir.

Çok seslilik dinde risk ve bozulma değil, doğal bir durumdur, hatta zenginliktir. Din içi çoğulculuktan da korkmamak gerekir(Ali Bardakoğlu) ifadesi, “diğer dinler de haktır” inancını kapsıyorsa, şüphesiz bu bâtıl ve küfürdür.

Dinî Çoğulculuk, John Hick ve Wilfred Cantwell Smith tarafından üretilerek, İslam Ülkelerine ihraç edilmiştir.

Allahü teâlâ –Ehl-i kitap gibi– müşrik olmayan inkârcıları bağışlayabilecektir” (Hayrettin Karaman, M. Çağrıcı, İ.K. Dönmez ve S. Gümüş; Diyanet tefsiri, Nisa, 48. âyetin tefsiri) ifadesi, Allah hakkında hüküm vermektir ki, tamamen bâtıldır ve son derece imanî yönden tehlikelidir.

3. “Kur’an hükümleri evrensel değildir” inançları

Yanlış:Kur’an’ın cihad, miras, nikâh, talâk ve kadın şahitliği gibi hükümleri, zamanımızda dünya insanının akıl ve mantığına uymuyor. Çağdaş insanın medeniyet tasavvuru ve uygulaması, çok ileri seviyelere ulaşmıştır. Medenî dünyada geri kalmamızın sebepleri arasında, belki başında, Kur’an ve İslam vardır. Bu çemberi kırmamız gerekiyor.  “Aydınlanma/dini sosyal hayattan çıkarma” ilkelerine kavuşmuş bir insanlık, artık bedevî bir hayata döndürülemez.

Doğrusu: Kur’an-ı Hakîm’in hükümleri, 14 asır İslam âleminde uygulandı. Ecdadımız Selçuklular, Kur’an hükümlerini uygulayarak Anadolu’nun kapılarını bizlere açtı. Ecdadımız Osmanlılar, üç kıtada hakimiyet kurarak, fethin, medeniyetin ve adaletin, tek kelime ile İslam’ın ne olduğunu insanlığa gösterdi. Fethedilen topraklarda zulüm ve tahribat şöyle dursun, oraları kervansaraylar, şifahaneler, aşhaneler, kütüphaneler, mektepler, su kemerleri ve darülacezeler gibi eserlerle donatıldı. Bu eserlerden medeniyet düşmanlarının tahribinden kurtulanları, hâlâ tarihe ve ecdadımızın insanlığına ve merhametine şâhitlik etmektedirler. Bugün dahi, zulüm ve tahribattan vazgeçmeyen Batı’nın fuhşiyatla yoğrulan hayat ve sözde medeniyet anlayışını, kendi ecdadının temsil ettiği temiz, pak “İslam uygulaması”na tercih edenlere acaba ne denir? Ecdadımız, maddî ve manevî temizliğini, başarısını, ahlâkını ve insanlığını, Ehl-i Sünnet itikadına ve âlimlerine bağlılığından alıyordu.

Ehl-i Sünnet karşıtı bütün Materyalist İlahiyatçılar, Kur’an hükümlerinin mi’adını doldurduğuna inanmaktadırlar.

4. “Kur’an âyetleri, peygamberin kendi cümleleridir“ iddiaları

Yanlış:Cebrâil, vahyi peygamberin kalbine indiriyor, peygamber de bu vahyi insanların anlayışına ve konjonktürel duruma göre onlara tebliğ ediyordu. Kur’an âyetleri, mana olarak Allah’tan, lâfız olarak peygamberdendir. Ayetler, peygamberin kendi cümleleridir.

Doğrusu: Hazret-i Cebrâil, yüce Allah’tan aldığı vahyi, lâfız ve mana olarak aynen Resûlüllah’a bildirmiştir. Alınan bu vahiy, hiçbir kelimesi değiştirilmeden, eksiltilmeden ve ilâve yapılmadan aynen insanlara tebliğ edilmiş ve vahiy kâtiplerine yazdırılmıştır. Nâzil olan âyetler, çok hızlı bir şekilde Müslümanlar arasında yayılıyor ve ezberleniyordu. Ehl-l suffe’nin görevlerinin başında, inen bu âyetleri ezberlemek geliyordu. Kur’an-ı Kerim âyetleri, peygamber aleyhisselâm’ın kendi cümleleri değildir. Mana, Allah’tan, lâfız ve cümle kuruluşu peygamberden olursa, ona âyet değil, hadis-i kudsî denir.

Ülkemizde “Kur’an, peygamberin kendi cümleleridir” diyenlerin başında Mustafa Öztürk bulunmaktadır.

5. “Kur’an kıssaları”na hayalîdir demeleri

Yanlış:Kur’an kıssaları, gerçek değildir, temsilîdir, hayalîdir.

Doğrusu: Kur’an-ı Kerim’de özellikler Hazret-i Nûh, İbrahîm, Salih (Semûd kavmi), Hûd (Âd kavmi), Lût (Lût kavmi), Şuayb (Medyen kavmi), Davûd (İsrail oğullları), Süleyman (İsrail oğullları), Mûsa (İsrail oğullları) aleyhimü’s-selâm gibi bazı peygamber ve kavimlerine âit kıssalar zikredilmiştir. Bunlar, gerçektir, hayalî değildir.

Ülkemizde “Kur’an kıssaları, temsilîdir” diyenlerin başında Mustafa Öztürk gelmektedir.

6. “Kur’an mahlûktur” akideleri

Yanlış:Kur’an, sonradan yaratılmıştır, hâdistir. Onun için bir kudsiyeti yoktur.

Doğrusu: Kur’an-ı Kerim, Allahü taâlâ’nın kelâmı olup, mushaflarda yazılı, kalplerde mahfûz, dil ile okunur ve Hazret-i Peygamber’e indirilmiştir. Bizim Kur’an-ı Kerim’i telâffuzumuz, yazmamız ve okumamız mahlûk (yaratılmış)tır, fakat Kur’an, mahlûk değildir (İmâm-ı A’zam, Fıkh-ı Ekber). Kur’an, yüce Allah’ın kadîm/ezelî kelâm sıfatının bir tecellîsidir. Allahü taâlâ’nın zâtî ve subûtî sıfatlarının hepsi, kadîm ve bâkîdir (ezelî ve ebedîdir).

Kur’an’ın mahluk olduğunu söyleyen ilk kişi, Ca’d b. Dirhem’dir. Mu’tezilîdir. Mu’tezile mensupları, Kur’an’ın mahluk/hâdis olduğunu ileri sürerler. Oryantalistler ve Modernist İslamcılar, Ehl-i Sünnet’e karşı Mu’tezile’yi savunurlar. Mu’tezile mezhebi, akla ve kulun iradesine öncelik verir. Onun için bir çok hadisi, akla uymuyor diye inkâr ederler. Mekke’de Haram-ı Şerif’te ve bazı mescidlerde Mushaf-ı Şerifler’in yere konulduğu, hatta bazı kişilerin Mushaf’ı yastık yapıp uyudukları görülmektedir. Bu çok üzücü bir durumdur. Osmanlı camilerinde, Mushaflar, yerden yaklaşık 70-80 cm. yukarıda olan raflara konulur. Modernist ve Fazlurrahmacı Ömer Özsoy, “ben ulûhiyet’ten başka bir kudsiyet tanımıyorum” der. Ülkemizde Modernist İlahiyatçıların büyük çoğunluğu, Mu’tezilî i’tikadındadır.

 Vahhabîler/Selefîler, Kur’an’ı yere koyup, yastık yapıp uyumakta bir mahzur görmezler. Ka’be’de Haram-ı Şerif’te Mushaf-ı Şerifler, raflara değil, yerlere konur. Ehl-i Sünnet camilerinde ise, yerden yaklaşık 70-80 cm. yukarıda olan raflara konulur. Modernist ve Fazlurrahmacı Ömer Özsoy, “ben ulûhiyet’ten başka bir kudsiyet tanımıyorum” der. Ülkemizde Modernist İlahiyatçıların büyük çoğunluğu, Mu’tezilî i’tikadındadır.

7. “Kadere iman”a itirazları

Yanlış: İnsanların kaderleri alınlarında ve Levh-ı Mahfuzda yazılı değildir. Kul, kendi fiilinin yaratıcısıdır. Allah, kulun yapmadığı bir şeyi, önceden bilmez. Yapınca bilir.

“Kur’an’ın anlattığı kader, Allah’ın ilim ve kudret sıfatıdır. Kader, ölçü, demektir. Alınyazısı, böyle bir şey yok. Eğer bir kimse, Mü’min veya kâfir olarak yazılmışsa – ki böyle bir yazı yok – biz neyin mücadelesini yapıyoruz? Böyle bir adalet, böyle bir din olur mu? Kader, bizim irademizdir.” (Mehmet Okuyan).

Doğrusu: Sünnî İslam’da kader, yüce Allah’ın varlık âleminde olacak, olmayacak ve sonradan değişecek bir şeyi ezelî ilmiyle bilmesi ve Levh-ı Mahfûz’da yazmasıdır. Kaderin kazâ-i mübrem ve kaza-i muallâk çeşitleri vardır. Kaderle ilgili bir çok âyet-i kerime mevcuttur (Tevbe,51; Kamer,49; Hadîd,22). Cibrîl hadisi olarak bilinen (Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1) hadis-i şerifte, imanın 6 esası içinde “kadere iman” bulunmaktadır. Ehl-i Sünnet’in bütün Akâid kitaplarında kadere iman, bir şart/farz olarak belirlenmiştir.

Mu’tezile mezhebi, Sünnî âlimlerin açıkladıkları kaderi inkâr ederler. Modernist İslamcıların hiçbiri, “Ehl-i Sünnet âlimlerinin açıkladıkları kader”e inanmazlar.

Not: Bu yazıda konunun ancak 7 maddesi ele alınabildi.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.