Cumhuriyet hukukunun yerine Osmanlı hukuku geçmiş değildir. İnsan hakları, ezcümle mülkiyet hakkı, hukuk sistemlerinin üzerindedir ve zaman aşımına uğramaz!..
Kimi
müze olarak kalsın dedi. Kimi inkılaptan evvelki hâline bakarak
cami; kimi de yapılışını nazara alarak
kilise olsun dedi. Kimi güya orta bir yol bularak,
yarısının cami, yarısının kilise olmasını teklif etti. Belki içinden
sanat galerisine dönüştürülmesini, hatta yıkılıp yerine otopark yapılmasını bile geçirenler oldu.
Nihayet
Danıştay, 5 asırlık Ayasofya Câmii’ni
ibadete kapatıp müzeye dönüştüren 1934 tarihli bakanlar kurulu kararını iptal etti. Böylece 70 senedir devam eden,
açılırdı açılamazdı düelloları nihayet bularak koca mabede
tekrar cami olma yolu gözüktü.
Ayasofya Camii vakfiyesi
İşi sağlama almak
Danıştay, 2016 senesinde
buna benzer talebi reddetmişti. Bu talebin mesnedi, camiyi müzeye dönüştüren 1934 tarihli bakanlar kurulu kararının altındaki
reisicumhurun imzasının sahteliği, dolayısıyla
kararın hükümsüzlüğü üzerine kurulmuştu. Evet, reisicumhurun imzası, garip bir şekilde atılmıştı. Ama o devirde
Gazi’den habersiz hiçbir şey olamayacağı gibi; fiilî vaziyetin devamı da bu rızayı göstermektedir.
Bu sefer kararın
hukuka aykırılığına istinaden dava açılmış; Danıştay da bunu kabul etmiştir. Esasen hükûmet, bir kararname ile Ayasofya’yı açabilirdi. Çünki bir idari tasarruf,
aynı derecede başka bir idari tasarrufla geri alınabilir. O zamanki bakanlar kurulu kararnamesi yerine, şimdi cumhurbaşkanlığı kararnamesi geçmiştir. Ama hükûmet
bu yolu tercih etmedi. Zira ileride bu kararnamenin de iptal mevzuu yapılacağından çekinip,
işi Danıştay’a havale ederek sağlama almak istedi.
Politik manevralar
Tarihî eserleri
ayakta tutmak, gelecek nesillere sağlam bir şekilde aktarmak bir
insanlık borcu olduğu gibi; insan haklarına, bilhassa hukukun özünü teşkil eden
mülkiyet hakkına hürmet de medeniyetin icabıdır.
Olup bitenlerin
arkasında politik hesapların olup olmaması da esasında pek bir ehemmiyet taşımıyor. Mühim olan, her ne niyetle olursa olsun,
haksızlığın telafisi ve normal olanın icrasıdır.
Hüküm, neticeye göre verilir; herkes niyetine kavuşur.
Böylece amme efkârında
yıllardır devam eden kör döğüşü ve hükûmetlerin her seçim evvelinde müracaat ettiği politik manevralar sona ermiştir.
Yunanistan’da sinema, Bulgaristan’da gazino yapılan Osmanlı camilerinin hakkını aramadan evvel, kendi sınırları içindeki bu tip yanlışların düzeltilmesi icap ediyordu.
Siyasi hesaplaşma?
Ayasofya’nın aslına iadesini, inkılaplarla bir hesaplaşma olarak görmek de doğru değildir. Tarihte ihtilallerin ilk hızıyla bazı
haksız işler yapılabilir. İhtilalin hukuku başkadır. Ama zamanla ortalık normale dönmelidir.
Fransız İhtilalinin taşkınlığını, birkaç sene sonra başa gelen
Napolyon dizginlemiş;
Rus İhtilalinin aşırılıklarını, 70 sene sonra
Gorbaçov ve Yeltsin silmeye çalışmıştır. Aksini müdafaa etmek, 20’lerin 30’ların karanlık hayaliyle yaşamaya çalışmak demektir.
Fakültede dersime giren
yaşlı bir idare hukuku hocasının iddia ettiği gibi,
cumhuriyet hukukunun yerine Osmanlı hukuku geçmiş değildir. İnsan hakları, ezcümle mülkiyet hakkı, hukuk sistemlerinin üzerindedir ve
zamanaşımına uğramaz. Bir ülke işgal edildiğinde, yeni efendiler tepeden tırnağa bütün sistemi değiştirseler bile,
hususi mülkiyete dokunmamaya itina ederler.
Sosyal realite
Dünya
amme efkârındaki bazı reaksiyonu, daha ziyade gündelik siyasi konjonktür ile izah etmek mümkündür. Ancak
gelip geçici olması beklenen bu hassasiyetin, bilakis evvelce
mülkiyet haklarının ihlali ve vakıfların tasfiyesi karşısında gösterilmesi beklenirdi. Neticede bu bir
iç hukuk tanzimidir. Kimsenin Budapeşte’deki Meryem Katedrali’ni tekrar camiye döndürün dediği yoktur.
Bir Müslümanın
Kurtuba Câmii’ne ağıt yakması ne kadar anlaşılır bir şey ise, bir Ortodoks Rum’un da
Ayasofya için gözyaşı dökmesini o kadar tabii karşılamak icap eder. Ama dünya harbler, felaketler, afetler, hicretlerle şekillenmiş;
siyasi ve demografik haritalar, hâkimiyet mücadeleleri neticesinde çizilmiştir. Sosyal realite budur. Tarihi,
yersiz hamasete varmadan, itidalle karşılamak ve kabullenmek icap eder.
Kudüs başka, İstanbul başka
Bir yer ahidle, yani
sulh ile fethedilirse, buradaki mabedlerin statüsü bu ahitnameye, yani sulh antlaşmasına göre tayin edilir. Bu sebeple
ahidle fethedilen Kudüs’ü teslim almaya gelen Hazret-i Ömer, Hristiyanlarca ehemmiyeti haiz Kıyamet Kilisesi’nde namaz kılmayı -sonradan Müslümanlarca camiye dönüştürülür diye- reddetmişti. Bunu Ayasofya ve benzeri mabetlere
kıyas etmek doğru değildir.
Bir yer
harb ile fethedilmişse, burada düşmana ait menkul ve gayrimenkul her şey ve esirler
ganimet olur. Bunun
beşte biri devlete, bunun da
beşte biri hükümdara aittir. Hükümdar, bunlardan hissesine düşenleri
bizzat seçmek hakkına da sahiptir. Bu Kur’ân-ı kerim âyetiyle ve Hazreti Peygamber’in sünnetiyle sabit bir iç hukuk kaidesidir.
Bir belde, anveten, yani harb ile fethedilmişse, buradaki
kiliseler yıkılmaz; ama mabed olarak kalıp kalmayacağına karar vermek
hükümdara ait bir haktır. Hükümdar bunları kilise olarak bırakabileceği gibi,
hepsini camiye çevirebilir veya meskene dönüştürebilir. Bu
harb hukukunun bir neticesidir.
Bütün dünyada,
Yunan veya
Pers mabedi iken,
Roma veya
Mitra mabedine, oradan kiliseye, sonra da camiye dönüşmüş mabedler az değildir. Şam’daki
Ümeyye Câmii, Sicilya’daki
Siraküza Katedrali, Roma’daki
Panteon, Atina’daki
Parthenon ve daha niceleri buna misaldir.
Ebulfeth Sultan Mehmed Vakfı
Tatbikatta harb ile fethedilen ülkelerde, umumiyetle
şehrin en büyük kilisesi camiye dönüştürülmüş; diğerlerine dokunulmamıştır. Çünki
orası artık İslâm beldesidir. İlk cuma namazını kılmak vecibedir. Buna halk arasında
kılıç hakkı adı verilir.
Sultan Fatih,
fethin sembolü Ayasofya’yı hukuka uygun olarak camiye dönüştürmüş;
kendi mülkü olarak vakfetmiştir. Vakfiyesi eldedir; cumhuriyet
tapu kayıtlarında da Ebulfeth Sultan Mehmed Vakfı diye kayıtlıdır.
Bugünki cumhuriyet kanunlarının da kabul ettiği üzere, vakıf, mülkiyet hakkının bir neticesidir ve dokunulmaz. Eski hukukumuzda
“şart-ı vâkıf, nass-ı şâri gibidir”, yani vakfedenin koyduğu şart; âyet ve hadis gibi değiştirilemez kaidesi vardır. Vakfiyelerin sonu,
bunu değiştirenlere lanet okuyan beddualarla doludur.
Bu sebeple Ayasofya ve sair camilerin her ne sebeple olursa olsun
başka maksatla kullanılması hukuka aykırıdır. Danıştay’ın kararı,
çok gecikmiş de olsa bu ihlalin kaldırılmasına vesile olmuştur.
Ayasofya’nın cami olduğu günler
Ya mozaikler?
Ayasofya'nın cami olması,
gezmeye mâni değildir. Turistlerin çok beğendikleri ve
Mavi Cami diye andıkları Sultan Ahmed Câmii gibi gezilebilir.
İbadete mâni olacağı söylenen
mozaiklerin çoğu, ibadet mahalli haricindeki galerilerdedir. İçerideki mozaiklerle zemin arasına
ahşap bir asma kat yapılabilir veya cemaatle namaz kılındığı sırada
otomatik bir perde ile örtülebilir.
Müze hâliyle Ayasofya’nın vaziyeti
hiç de iç açıcı değildir. Binanın muhafazası cihetiyle,
cami olması, müze kalmasından daha elverişlidir. Rasyonel maksatlar için kullanılan binalar
ayakta ve hayatta kalır. Koca mabedi asırlar boyu ayakta tutan,
Osmanlı Türklerinin ihtimamı olmuştur. Bu sebeple Ayasofya, bir Bizans eseri olmaktan çok, Osmanlı eseridir...