Okunan ezan, dosta itimat, düşmana korku salıyordu!

A -
A +
Hafız Osman Bedreddin, tabyaların arkasını dolanıp mevzilenince, hiç tereddüt etmedi!..
 
Nene, annesinin "kimdir o herkese görünmeyen" sorusuna şu cevabı verdi:
- Paşamız Ahmed Muhtar Efendi! Sen de, ben de kimler ne dertle dertli tam bilemeyiz…
- Gazi Ahmet Muhtar Paşamız, dadaşlarla dertlenen, onlarla gülen, onlarla ağlayan bir kahraman…
- Hasan Abim onun hakkında neler anlatırdı, neler?
- Ah! Şehid Hasan’ım ah!
- O sevdiğine kavuştu! Başkaları değil de, neden biz, ikimiz de niçin böyleyiz?
- Şehitlik müjdesi olmasın!
- Kim bilir, belki de müjde…
           ***
Yıldızlar kalın bulutlar altında kaybolmuş, hava paslı demir rengini almıştı. Ağlamaya hazırlanan, içi yaş dolu dargın ve soluk bir göz gibiydi.
General Loris, korku dolu gözlerle etrafına bakıyordu. Güçlü ve muzaffer komutan, Kafkasya ve Anadolu fatihi, istikbaldeki Ermeni devletinin reisi... Akşamki tatlı hayallerini, neşeli hâlini, korkunç bir fırtınaya çeviren Erzurum halkıyla yaşadıklarını hiç kimseye anlatmamaya söz veriyordu içinden. Ani bir hareketle yaverine döndü:
- Bak albay, bu geceki yaşadıklarımızı kimseciklere anlatmayalım. Anlaşıldı mı? Tamam mı?
- Hayatta kalabilirsek generalim!
- Gayet ciddiyim! Sakın ha! …
- Ben de onu diyecektim generalim! Asla bizi başka bir yere bırakmazlar! Rütbelerimizi sökerler! Verdiklerini geri alırlar.
- Alsınlar! Onların olsun! Başka zaman telafi ederiz.
- Bir daha mı? Gelen kim ki?
- Ne demek istiyorsun yaveeeer?
- Şey!
- Şeyi meyi yok! Bir daha... Asla!
- !!!
- Türkler bizi manyak etti! Ne konuşacağımızı da şaşırdık!
Birbirlerine sarılarak vedâlaştılar. O kendi çadırına, o da kendi...
Gece boyunca boğulmak üzere olan arkadaşının korkunç hayaliyle daldığı rüyasız ve yürüyen uykudan asla uyanmadan bir ölüm haberinin ailede neler yapabileceğini ve sonunun ne olabileceğini düşünerek; dar çadır kapısının aralığından bir gölge gibi süzüldü. Başını eğerek ve korkak bir dikkatle hızlı hızlı geçerken, bu sessiz sedasız “sağ salim evine dönebilecek miyim” sualinin cevabını düşünüyor, ürkek bir hayvanın inine acele girişine benzettiği hâline ağlıyordu, elinde olmadan… “Ne umuyordum, ne buldum” diye söylenip duruyordu sadece...
               ***
Hafız Osman Bedreddin, kalabalık dadaşlarla tabyaların arkasını dolanıp mevzilenince, hiç tereddüt etmedi, durmadı. Düşmanı korkutup panikletmek, önde yaylım ateşindekileri biraz ferahlatmak için olsa gerek; yeniden öyle içli, yürek hoplatan, davudi bir seda ile ezan okudu ki, dağ taş titredi, inim inim inledi. Her tarafta gümbür gümbür yankılandı. Duyan, sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştı. Pek şaşırmıştı. İhlâs ve sadâkatle yapılan her iş farklı oluyordu, bu da öyle tesirli oldu. Dosta itimat, düşmana korku saldı. Bütün Topdağı, Deveboynu, Tabyalar, dağ, taş, ova Ezân-ı Muhammedî ile yeniden sarsıldı, canlandı. Mübârek ses biter bitmez “Allahü ekber” tekbirleri başladı. Şimdi daha bir gür çıkıyordu. DEVAMI YARIN
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.