Çocuk duydukları karşısında âdeta kendinden geçiyordu!

A -
A +
"Çocuklar bir daha tekrar ediyorum: Hayat, bir tesadüf değil, yaptıklarınızın aynada bir yansımasıdır..."   Çocuklar pürdikkat öğretmenlerini dinliyordu: -Babacığı oğluna bir ders vermek için: "BAK OĞLUM, İYİ DİNLE VE ÖĞREN!" Şimdi ben konuşacağım onunla deyip ve dağa dönüyor: "SANA HAYRANIM" diye bağırıyor. Gelen cevap "SANA HAYRANIM" oluyor. Baba tekrar bağırıyor, "SEN MUHTEŞEMSİN!" Gelen cevap "SEN MUHTEŞEMSİN!" Devam ediyor: “SENİ SEVİYORUM” o da ona “SENİ SEVİYORUM” diye cevap veriyor. Çocuk duydukları karşısında kendinden geçiyor ama hâlâ ne olduğunu anlayamıyor. Babası açıklamasını yapıyor. "İnsanlar buna ‘YANKI’ yani aksiseda derler evlat ama aslında bu bizim hayatımızın kendisidir. Hani ecdat der ya; “NE EKERSEN ONU BİÇERSİN” diye, onun gibi. Hayat, daima sana verdiklerini geri verir. Hayatımız yaptıklarımızın aynasıdır. Çok sevgi isteyen daha çok sevmelidir! Şefkat isteyen daha şefkatli olmalı! Hürmet, saygı isteyen de daha çok hürmet ve saygı duymalıdır insanlara, bütün mahlukata. İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan sen de daha sabırlı olmayı öğren. Bu kural, kaide hayatımızın bir parçasıdır, hayatın her kesiti için de geçerlidir. Çocuklar bir daha tekrar ediyorum: Hayat, bir tesadüf değil, yaptıklarınızın aynada bir yansımasıdır, vesselam...                              ***            YILMAZ ZOR DURUMDA  Yılmaz ile Muaz annelerini, ikna edip yatağına yatırdıktan sonra keyifleri yerindeydi. Artık istedikleri gibi gezecek, tozacaklardı.  "Ayak bağı" dedikleri hasta anaları, peşleri sıra dolaşamayacağından, bugün sabahleyin erkenden kalkmış, dışarı çıkmış, tabiatın şefkatli bağrında gezinmekteler... Çok neşeliydiler çoook! Bahçelere doğru yürürlerken, zümrüt gibi çimenlik bir yer rastladı, hemen çöküp kaba otlar üzerinde takla attı, yorulunca da sere serpe uzanıverdiler… Güzel bir mesire yerinden masmavi gökyüzüne, oradan da neftî çam denize bakmak ne hoştu. Yeşil deryasıydı etraf. Hafif hafif bir meltem, yüzlerini yalayarak saçlarını dalgalandırıyordu. Yalnız iki kardeşin kuş cıvıltılarıyla, çimenlerde koşup oynamaları, kalplerinin hasbihâlini ne kelimeler tarif edebilir, ne de başka bir şey… O, ancak yaşanırdı. Görünüşte iliklerine kadar huzur ve saadetle dolmuşlardı da içleri öyle miydi? İşte orası tam belli değildi. Gece pek ziyade çiy düşmüş olmalı ki çimenlerin üzeri hâlâ rutubetliydi ama umurlarında mıydı? Dükkân kepenk gıcırtıları, motor gürültüleri, otobüs, dolmuş, taksi korna sesleri, uzaktan yakından köpek havlamaları olmasaydı ne rahat edeceklerdi. Neylersin ki şehir hayatı böyleydi. Gülü seven dikenine katlanırdı. Derinden bir bağrı yanığın içli türküsü, istediği yapılmayan bir çocuğun cazgırlık çıkarıp ağlaması kulaklarına kadar geliyordu… Güneş, tepelerin arkasından iyice yükselmiş, etrafına hafif pamuk yığını misali beyaz bulut parçacıkları üşüşmüştü. Rüzgâr, his olunmayacak kadar sessiz, bahçelerde, yol kenarlarındaki ağaçların o nispette dalları kıpırdamıyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.