Tebe-i tâbiînin büyük hadîs âlimlerinden Selâm bin Ebî Mutî' hazretleri "rahmetullahi aleyh" anlatır: Bir hastayı ziyârete gitmiştim. Baktım ki inleyip duruyordu. Ona yaklaştım. Ve kendisine; "Öyle hastalar var ki, evsiz ve kimsesiz olup, sokaklarda dertleriyle baş başa kalmışlar, su verenleri bile yok. Onları düşün de hâline şükret" deyip ayrıldım. Tekrar gittiğimde; "Nasılsın?" dedim. "Şükürler olsun. Evim var, hizmet edenim var, çok kimse bunlardan mahrûm. Bunları düşündükçe, Rabbime şükrediyorum" dedi. BENİ BIRAKIN! Yine bu zat anlatıyor: Birgün Mâlik bin Dînâr'ın yanına gittim. Vakit gece idi. Karanlıkta kuru ekmek yiyordu. Yemek yapacak kabı bile yoktu. Suâl ettim: "Bu ne hâl?" Cevâben; "Beni bırak da geçen günlerime yanayım. Zîra koskoca bir ömür geçti gitti, hiçbir şey yapamadım" dedi. AĞLAMAYA BAŞLADI Yine bu zat anlatır: Hasen-i Basrî oruçlu idi. Akşam olunca iftarını açması için su getirdiler. Suyu alıp içeceği sırada, ağlamaya başladı. Merak edip sordular "Niçin ağlıyorsun?" Buyurdu ki: Cehennemi hâtırladım. Orada azab çeken kimseler, Cennette ni'metler içinde olanlara; "İçtiğiniz o sulardan bize de verin" diye seslenirler. Onlar bunu işitir. Ve kendilerine; "Allahü teâlâ bu ni'metleri kâfirlere haram kıldı" diye cevap verirler. İşte bunu hatırladım da onun için ağladım.