Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Dinle
Kaydet
Türkiye Gazetesi
AİLE- MİLLET/KÜLTÜR-SANAT
0:00 0:00
1x
a- | +A

Bu köşede sürekli işlediğimiz bir konu… Beka/millî güvenlik meselesi hâline gelen, içtimai geleceğimizi tehlikeye sokan, riskleri kapımıza kadar dayanan, felaket diyebileceğimiz noktaya ulaşan…

Korumamız gereken olmazsa olmazımız aile! Yılmadan, usanmadan da yazmayı sürdüreceğiz. Katıldığımız iki toplantıyı baz alarak.

***

Aile Bakanlığı ile Kültür/Sanat Politikaları Kurulu, "Aile ve Kültür Sempozyumu" düzenledi. İki gün süren sempozyumunun kapanışını ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yaptı. Konuşması dikkat çekici unsurlarla doluydu.

Ailenin; milletin özü olduğunu,

Geçmişi geleceğe taşıdığını, istikbalimize yön verdiğini hatırlatırken, toplumsal bünyemizin en küçük ama;

En sağlam hücresi olduğunu vurguladı.

Kimliğimizi, kültürümüzü, sanatımızı yaşatan, millî ve manevi değerlerimizi muhafaza eden, nesilden nesile aktaran bir okul olduğunu söyledi.

Mütefekkir Nurettin Topçu’ya atıfta bulunarak.

Ailenin nasıl korunması gerektiğini de şu sözlerle dile getirdi:

"Bireyi güçlendirmeden aileyi, aileyi güçlendirmeden de milleti ve devleti yaşatamazsınız. Eğer müreffeh bir ülke olarak geleceğe emin adımlarla yürümek, çağa ve dünyaya yön vermek istiyorsak, bu silsileyi özenle korumamız gerekiyor. Hepimize bu anlamda çok önemli vazifeler düştüğü kanaatindeyim. Öğretmenlerimizden anne, babalarımıza, sivil toplum kuruluşlarımızdan merkezî ve yerel yönetimlere kadar hepimiz elimizi taşın altına koymakla mükellefiz, aksi takdirde arzu ettiğimiz nesilleri yetiştiremez, bu konuda hiçbir mesafe katedemeyiz."

Aile Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş da…

Ailenin varlık sebebini öyle güzel anlattı ki… Herkes pürdikkat dinledi, bakın ne dedi:

"Tarih, bize hep şunu gösterdi; ailesi güçlü olan milletler, en zorlu dönemlerden güçlenerek çıkar. Aile; milletimizin ortak hafızasını taşıyan, devletimizin sürekliliğini besleyen, dayanışmanın ilk ve en sağlam halkasıdır. Bu yüzden aileyi korumak, bizim için stratejik bir önceliktir."

***

Kültür, sanat demişken bir örnekten de bahsedelim. Emine Erdoğan Hanımın himayelerinde gerçekleştirildi. "Anadoludakiler: Sof'un Zamansız Yolculuğu Sergisi."

Önce Sofun hikâyesine kısaca göz atalım. Sonra da değerlendirmelerimizi yapalım.

Tiftik keçisinden dokunan özgün bir ürün;

15. yüzyılda dokuma tezgâhlarımıza giren, 16. ve 17. yüzyıllarda dünyanın da yakından bildiği, Ankara’nın taşına, toprağına sinmiş bir hafızanın, asırlara yayılmış bir kültür birikiminin eseri olan kumaş.

Emine Hanım Sofun yeniden dokunacağını müjdelerken…

Geçmişle bugün, bugünle gelecek arasında müthiş bir bağ kurdu:

"Dokuma tezgâhlarında tekrar sof kumaşı dokumak, 'medeniyetimizin ruhunu, başarısını, kimliğini ve belleğini dokumak' demektir. Bizler, medeniyetimizi oluşturan, her ilmeği, her rengi, her motifi, her zanaatı korumalı ve yaşatmalıyız. Kültürel miras savunuculuğu, hepimiz için bir misyon ve bir vefa borcudur. Eğer, geleneksel olanı, ruhunu ve özünü koruyarak modern tasarımlarla yorumlarsak, inanıyorum ki gençler de bu sanatlara kayıtsız kalmayacaktır ve böylece, geleneksel sanatlarımız, yaşatılan birer miras hâline gelebilecektir."

Projede emeği geçenlere teşekkür ediyorum bir Ankaralı olarak. Başta Sayın Valimiz Vasip Şahin ve ekibi olmak üzere.

Bir milletin can damarıdır;

Gelenekleri, görenekleri, sanatı, kültürü, dinî-millî değerleri, kıymetini bilmek gelecek kuşaklara aktarmak hepimizin görevi. Bu öz varlıklarımızın yozlaştırmasına fırsat vermeyelim. Şehit kanlarıyla sulanan Anadolu’muza sahip çıkalım. Faruk Nafiz Çamlıbel’in dediği gibi… "Sanat’ şiirinden… Bir dörtlükle sonlandıralım sözlerimizi:

"Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken
Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun... ayrılıyor yolumuz"

ÖZEL, ‘KEMAL’E ERER Mİ?..

Nihayet Kemal Bey de dayanamayıp patladı. Açtı ağzını yumdu gözünü. Ültimatom verdi, esirgemedi sözünü…

Özgür Özel ve CHP’nin çıkmazlarını sıraladı.

"Ekrem İmamoğlu Çıkar Örgütü" üzerinden… Çarkın içinde olan diğer belediyeleri de kastederek; partinin rüşvet, yolsuzlukla anılamayacağını söyledi. Geç de olsa gerçekleri görmek, kabullenmek, içine sindirebilmek insani haslettir. Keşke Özgür Bey de aynısını yapsaydı!

Aslında vakit geçmiş değil. Hatadan dönmek de bir fazilettir.

Kemal Bey bununla da yetinmedi.

İmralı heyetine üye verilmemesini de eleştirdi. CHP öncü ve istikamet verici olmalıydı, 'Terörsüz Türkiye' konusunda… Kemal Beyin yanı sıra merhum Deniz Baykal da Kürt açılımını destekleyen bir isimdi. 2010’larda, 2017’lerdeki girişimler ortada… Hatta HEP’i Meclis'e ilk taşıyan da; Erdal İnönü değil miydi!

***

Özgür Beyin içinde bulunduğu çıkmazı…

Mizahi bir dille aktaralım istedik bu kez… Kendisinin ve CHP’lilerin hoşgörüsüne sığınarak.

Güftesi Alaeddin Şensoy’a ait. Bestekârı ise Alaeddin Yavaşça. Hüzzam makamında notalara dökülmüş. Dinlemeye doyamayacağınız bir şarkı…

"Güneşin kavurduğu" adlı eser… Adapte ettik bütünlüğünü bozmadan…

Sizlerin de beğeneceğini umarım:

"Erdoğan’ın kavurduğu

Bahçeli’nin savurduğu

Bay Kemal’in hep vurduğu,

Bir garip Özgür Özel’im ben

Hiç durmadan dolaşan,

Dağlar, bayırlar aşan

Yüreği İmamoğlu’yla taşan,

Bir garip Özgür Özel’im ben"

ADI SANI BELLİ!

Ekrem Bey hakkındaki iddianame için “Tuğla gibi, dediler, sunta bile olamamış" diyor, mukim olduğu Silivri Cezaevinden seslenirken… İşi sulandırmaya yönelik benzetmelere sığınıyor.

Aslında bu iddianamenin içinde yatan "Cunta"…

Demokrasimiz bu cuntalardan çok çekti. Hâlâ da çekmeye devam ediyor.

Akif Bülbül'ün önceki yazıları...

ÖNE ÇIKANLAR