ABD Adalet Bakanı John Ashcroft açıkladı; 19 Mayıs 1995 yılında Oklahoma City kentinde bir devlet binasına bomba koyarak, 19'u çocuk 168 kişinin ölümüne, yüzlerce kişinin yaralanmasına sebep olan Timothy McVeigh enjeksiyonla idam edilirken, kurbanların yakınları, saldırıdan kurtulanlar, ya bir perdenin arkasından, ya da kapalı devre televizyonundan seyredebilecekler. McVeigh, suçunu yargılama esnasında adeta iftiharla itiraf etmiş, geçenlerde de "çocukların da ölmüş olması benı ilgilendirmez!" demişti.. Onu idama mahkum eden Yargıç'ın gerekçesi şuydu: "Böylesine şen'i ve müthiş bir katliamın failinin idam kararını kamu vicdanını tatmin etmek için verdim!" İdam cezasına karşı olan Avrupalılar, her nedense mağdurları değil de hep suçluları koruyan liboşlar, söylene dursunlar, katil idam edilecek ve infazı görmek için başvuran mağdur aileler de tatmin olacaklar. İdam Cezasının caydırıcılığından başka, kurbanların insani intikam hislerini tatmin edici bir faktör olduğu aşikar. Adalet Bakanı Ashcroft da, bu konuda önce infazın gösterilmemesi taraftarı iken, sonra fikir değiştirmesinin sebebini şöyle izah etti "Hayatları parçalanan mağdur yakınlarının kaybettikleri canları geri getirmek mümkün değil. Ama böylelikle, infazı görmelerini sağlayarak hiç olmazsa acılarını biraz tatmin etmiş olacağız" Ya Öcalan? Bu vesile ile Apo'yu hatırlamamak, hatırlatmamak mümkün mü? Otuzbinden fazla, kadın, çocuk vatandaşımızın, askerimizin, polisimizin ölümüne, sakat kalmasına sebep olan bu kitle katili, Türk yargısı tarafından 31 Haziran 1999'da ölüm cezasına çarpılmış, cezası Yargıtay tarafından tasdik olunmuştu. Ancak o zamandan beri, dosyası rafa kaldırıldı ve hüküm infaz edilemiyor. Öcalan, İmralı'da mümkün olabilen konforla yaşıyor. Çünkü Avrupa Birliği idam edilmesini istemiyor. Güya, idam cezası kriterlerine uygun olmadığı için... Ama aslında, daha fazla, Öcalan'ı ölümden kurtarmak için istemiyorlar. Çünkü taraftarlarının Avrupa sokaklarındaki hışmından korkuyorlar ve zımnen de, katilin bir "özgürlük savaşçısı" olduğunu tasvib ediyorlar. Söz AİHM'de Bu olayın Avrupalıların kriterlerinin her zaman bizim koşullarımıza uymayabileceğinin canlı bir örnegi olması bir tarafa, Hükümetimiz de kanunları da gözardı edip idam dosyasını, kanun gereği tasdik edilmek üzere TBMM'ye sevketmiyor ve uslu uslu Avrupa İnsan Hakları Mahkeme'sinin -bir mi, iki yıl mi sonra mı çıkar- kararını bekliyor. Hani canlı mezar? Hükümetin o zamanki iddiasına göre, Öcalan canlı olarak mezara konmuş olacak ve hiç konuşturulmayacaktı, akıbeti ölümden beter olacaktı... Kahraman olmasına müsaade edilmeyecekti... Ne var ki adam, İmralı'daki hücresinden ahkam kesiyor. "YAŞAMA" koşullarından, yalnızlıktan şikayet bile ediyor ve barış havarisi bir Mandela olmaya hazırlanıyor. Gelecekte, Türkiye'yi bölmek için, AB tarafından organize edilecek "barış görüşmelerinde" karşımıza taraf olarak çıkarılırsa hiç şaşmayın!. Herhalde, yakında başlayacak AİHM duruşmalarında aklanır, sonra da Avrupa sokaklarında ve bizde "Öcalan'a özgürlük'" gösterileri başlar!.. Ve herhalde, artık idam edilmeyeceği de muhakkak!. Ya bizim mağdurlar? Pekala, amme vicdanı, şehit yakınlarının feryatları ne olacak? Oklahomalı kurban yakınlarının vicdanları var da bizdeki, aileleri, hayatları parçalanmış binlerce şehit yakınının, kollarını bacaklarını kaybetmiş gazilerimizin vicdanları, intikam duyguları yok mu? Öcalan'ın idam hükmü, eğer bir gün infaz edilirse; bırakınız mağdurların bunu kapalı devre TV'de seyretmelerini, "intikamlarının" -evet, vurgulayarak söylüyorum- "intikamlarının" alındığını bilerek biraz olsun, tatmin olmayacaklar mı? Öcalan'ın fazlasıyla hakettiği cezayı bulması, hükümetin irade zaafının, AB'ye ve liboşlara boyun eğmesinin bir kanıtı olarak amme vicdanını yıllarca rahatsız edecektir Liboşluktan öte... Ama liberalleriniz, buna rağmen, Öcalan'ın idamdan, kurtarılmasını bugünkü ekonomik bunalımdan kurtulmak için yapılacak revizyonun bir faktörü olarak ileri sürüyor ve buna karşı olan MHP'yi de, engelleyici olarak gösteriyorlar. Eminim, eğer Şehit yakınları feryada devam ederlerse, "bunca bunalım arasında bu konuyu kaşımanın ne gereği var" da derler!.. Kürtçe Radyo ve TV yayınlarına ve egitime cevaz vermek de onlara göre "revizyonun" koşullarından. Kerli ferli bazı arkadaşlarımız bile, Kürtçe Radyo ve TV yayınlarının, bu gibi "çanak antenlerle" alınabilirken, niçin serbest bırakılmadığını anlıyamayacak kadar gafiller! Anlıyamıyorlar ki, bölücüler, ideologları ve organları, Kürtçe Radyo ve TV yayınlarını PKK'yı siyasi bır akım haline getirmek ve bunun için de muhtelif Kürt lehçeleri yerine "Tek Kürtçe"yi yerleştirmek için istiyorlar. Biz de millet ve devlet olarak, "insan hakları demagojileri" ile onlara bu imkanı kendi ellerimizle sunacağız... Hem de, ülkemizdeki Türkçe eğitim ve dil birliğini sakatlamak, Kürt vatandaşlarımızın gerektiği gibi Türkçe ögrenip, tek dilde, Türkçede birleşmeleri gayretlerimizden feragat etmek pahasına!. Müsaade etsinler, buna da, liboşluktan öte, hamakat denir.