Geçmişin imkânsızlıklarını, yine geçmişin gözünden şaşılası derecede kolaylaştıran tonlarca imkân ile değiştirdin. Hayal edilmesi dahi güç birçok yenilik, teknolojik gelişme ve çeşitli inovasyonlar sundun. Bunlar "Eski Dünya"nın penceresinden hakikaten imkânsız ve merak uyandıran gelişmeler olmalı. İnsanlara hem eski dünyanın çok ihtiyacı olan hem de görseler muhtemelen “ne gereksiz” dedirtebilecek pek çok şey pazarladın ve hatta bunları sattın.
İhtiyaç algısını büyüttün, temel ihtiyaçlar ve az ile yetinmek kavramını demode hâle getirdin. Hatta bir dönem sayende “çok” o kadar fazlalaştı ki; tersi bir ilgiliyle minimalizmi de satışa sundun. Bu kez de ne kadar az ise o kadar iyi motivasyonu ile “az” olanı da kendin belirledin...
Sevgili yeni düzen, seni bu kadar göz alıcı yapan; insanın doğası, tükenme kaygısı ve tüketme merakıydı. Bu doğayı iyi okumak, analiz etmek ve yeni bir hayat tarzı çizmek ise senin başarındı.
Başarılı bu yeni düzenin canlıları hayvanlar, bitkiler ve insanlar değildi artık hayat bilgisi ders öğretisindeki gibi. Bu yeni hayatın canlıları dönemler boyunca ve ülkeler, siyasiler arasında değişiklik göstermişti. Kimi dünyalarda fakirler ve zenginler, kimi dünyalarda siyahiler ve beyazlar, kiminde kadınlar ve erkekler gibi çeşitli şekillerde ayrılan kimliklerdi. Canlıları tanıtan kimlikler pek çok savaşa ve ağır kayıplara neden olsa da aslında siyasi tarihe konu olmaktan fazla popüler olamadılar ne yazık ki. Olan, kim tarafından ve ne amaçla verildiğini çok da düşünmeden “kimliğine” sıkıca tutunmaya çalışanlara oldu ki yeni dünya düzeni hepsini “birey” çatısında birleştirdi(!)
Bizi tek başınalıkta, kendine değer vermekte yalnızlaştırıp aynı zamanda kalabalıklaştıran bu düzende canlıların yegâne tanımı “birey” olmaktan geçti. Birey olmak muazzam bir özgürlük, muhteşem bir dünya algısı ve kaygı giderici oldu. Nitekim canlılar kaygılanmaya çok yatkındı. Huzursuz bir varlık olan insan doğası bu kaygının ilacını da yeni dünyanın düzeninde buldu. Hem bu kez ayrışmıyorlardı da birey olmak çatısında toplanıyorlardı. Ne kadar birleştirici görünse de bu şemsiyenin altında insanlar yeterince yağmurdan korunuyor gibi hissetmiyor olsalar ki ortak kimlikte birleştikleri canlılara karşı “alacaklı” olmaktan vazgeçemediler.
O kadar çok alınacak ürün ve duygu üretilmişti ki artık bu canlıların da başarılı olduğu alan almaktı. Tüm dünyadan alacaklı gibi yaşayan birey, aslında aynı çatıda birleştiği diğer bireyden de alacaklı hissediyordu.
Örneğin bir firmadan "hizmet” almalıydı, söke söke alacaktı çünkü bireyin hakkıydı. İş yerinde, bir kurumda, bulunduğu her mekânda bir alacağı muhakkak vardı. Trafikte yol almalıydı çünkü o da alacağıydı, sahip olmalıydı. Dediğim gibi almaya çoktan alışmıştı. Eskisi gibi alamamak yoktu, demode olmuştu bu kavram. Eski dünyadaki canlıların “alamıyorduk ama mutluyduk” lafları çağın çok gerisindeydi artık.
Peki bu yeni dünya düzeni bize sayısız imkânları sağlarken o bizden ne alacaktı? Karşılık kavramı birey için çok önemliydi nitekim. Öyle ki iyilikler sayılmaz, adımlar hesaplanmaz ise zedelenirdi bireyin gönlü. Her şeyin bir karşılık bulması modern kavramlar ile enerji, alma verme dengesi ve bir her şeyden önce bir gereklilikti. Bu nedenle bu muhteşem düzene onun da vereceği bir şey olmalıydı. Her şeyi satın alıp “karşılığında” vicdanını kapitalizme satmayı seçti. Böylelikle denge tamamlanmıştı…
Gülnihal Koçak Ülger
Feridun Ağabey, Adana için yazıyorum, diğer şehirlerde bu durum varsa aynı talep oralar için de geçerlidir. Trafikte kurallara uymaya dikkat eden bir sürücü ve yayayım. Adana'nın çok bilinen Baraj Yolunda 10’dan fazla yaya geçidi var. 1 tane üst geçit var, o da kullanışlı değil ve hemen altında devamlı yaya karşıya geçmeye çalışıyor.
Araçlar ve sürücüler için çok dikkat isteyen bir yol. Şöyle ki, yaya trafiği çok yoğun, ayrıca yaya geçitlerinde belirgin bir işaret yok. Levhaları bitkiler, afişler, reklam tabelaları vb. kapatıyor. Yaya geçit çizgileri silik, kabartmalı, sarı, hatta fosforlu olması gerekiyor. “Yaya geçitleri sürücüleri cezalandırmak için bahane aranan yer olamaz olmamalı. Hangi ülkede yaşıyorsunuz?” diyebilirsiniz. Bunlar yapılması zor şeyler değil.
Yayalara gelince, karşıya geçmek için yaya geçidinde bekleyenler, yanındaki ile lafa dalıyor, telefona bakmaktan aracın durduğunu görmüyor, böyle dalgın yayalarımız da var.
Hasılıkelam radikal bir fikir söyleyeceğim. Şehirlerde belediye başkanlığı partililerce değil, şehrin liyakatli kişilerinin içinden seçilen kişilerce yapılmalıdır. Merkez ilçe belediye başkanlıkları da kaldırılmalıdır. Şehir ne kadar büyük olursa olsun, düzgün bir organizasyon şeması ile liyakatli insanların görev aldığı danışma meclisinin olduğu belediye olmalıdır. Selam ve saygılarımla.
Hasan Cahit Karakaya
Anlat Derdini Feridun Ağabey'de önceki yazılar...