Almanya
 Başbakanı Angela Merkel, Rusya'nın Kırım işgali sonrasında telefonda 
görüştüğü Putin'in "gerçeklikle tüm bağlarını koparmış gibi göründüğünü"
 ve "başka bir dünyada yaşadığını" Obama'ya söyledi. Öyle ya, Ukrayna'da
 yaşanan hükümet değişikliğinden sonra Putin'in Kırım'ı işgal etmesi en 
son beklenen hamlelerdendi. Ukrayna satrancında Putin'in hamle yapması 
bekleniyordu, satranç masasını devirmesi değil.
Tüm 
uluslararası kamuoyunu hayretler içinde bırakan bu işgal sonucu, Batılı 
liderler Putin'in "dengesiz, gerçeklikle bağı kopmuş bir psikopat" 
olduğu anlatısına istedikleri kadar sığınabilirler. Şimdiden Batı 
medyasında Putin'e teşhis koymak için sıraya giren analistler var. 
"Hiper-toksik şizofreni" veya "Sezar kompleksi" bu teşhislerden biri. Bu
 teşhise göre Putin dünyanın en özel insanı olduğuna inanıyor ve tarihin
 akışını değiştirme gücünün elinde olduğunu düşünüyor. Putin'in pervasız
 tavırlarını açıklamak için Batılı liderler psikoloji biliminin engin 
literatüründe teselli bulmaya devam edebilirler elbette, ancak Putin'in 
davranışlarını açıklamak için hâlâ uluslararası ilişkiler teorileri 
psikolojik teşhislerden daha çok işe yarıyor.
Öncelikle resmi 
net çizmekte fayda var. Putin, Kiev'i işgal etmedi. Veya (henüz) doğu 
Ukrayna'da bir askerî operasyon yapmadı. Nüfusunun %60'ının Rus olduğu 
Kırım'ı işgal etti. Batılı liderlerin çılgınlık olarak nitelediği bu 
eylem, Putin için sadece bir test sürüşü.
Putin, Merkel'in 
düşündüğü gibi "başka bir dünyada yaşamıyor", aksine Putin yaşadığı 
dünyanın dinamiklerinin pekâlâ farkında. Obama ve Merkel'den daha iyi 
kavrıyor Putin yeni dünya düzeninin kodlarını. 2008 yılında Gürcistan'a 
savaş açtığında başına hiçbir şey gelmediğini biliyor. Bu ülkenin 
topraklarının %20'sini ayırarak, kendi uydusu haline getirmesine izin 
verildiğini biliyor. Suriye'de üç senedir devam eden katliamların 
bilfiil sorumlusu olmasının hiçbir bedeli olmadığını biliyor. Hatta ve 
hatta bu katliamlara sponsor olduğu için ödüllendirildiğini, 
uluslararası konferansların en önemli katılımcısı ve ne diyeceği en çok 
merak edilen aktör haline geldiğini biliyor. Putin, agresif yayılmacı 
politikasının işe yaradığını görüyor. Yeni soğuk savaş düzeninde, eski 
soğuk savaş dinamiklerinin geçerli olmadığını görüyor. Sinik bir Avrupa 
ve içe kapanmaya hevesli bir Amerika ile karşı karşıya olduğunu görüyor.
 Rus oligarkların kirli ama miktarı dudak uçurtan servetlerini kendi 
ülkelerine yatırım olarak çekebilmek için birbiriyle yarışan Avrupa 
ülkelerini görüyor. Avrupa'nın en güçlü ülkesi Almanya'yı enerji 
anlaşmaları ile eksenine çekebileceğini görüyor. Bununla beraber, Beyaz 
Saray'da bugüne kadar gelmiş geçmiş en beceriksiz başkanlardan birinin 
ikamet ettiğini de görüyor.
Putin korkmuyor. Zira kendisini 
korkutacak hiçbir irade yok. Uluslararası hukuk prensiplerini ihlal 
ettiğinde karşılaşacağı yegane şeyin eylemde hiçbir karşılığı olmayan 
birkaç kuru kınama mesajı olduğunu biliyor. Amerika ve Avrupa'nın insan 
hakları hakkında sofistike ve şık laflar etmeyi seven ancak bu 
kavramları umursamayan güçler olduğunu görüyor. Rus oligarkların kirli 
paralarını temizlemek için sıraya giren Avrupa ülkelerinin ve kendi 
kırmızı çizgilerini umursamayan bir Amerika'nın kendisi için bir tehdit 
olmadığını biliyor.
Putin'in tavırlarını delilik ile açıklamak
 mümkün değil yani, aksine Putin müthiş bir rasyonalite içinde 
davranıyor. Putin bir zorba. Ve her zorba gibi eylemleri sonucunda 
birkaç kuru söz dışında bir bedel ödemeyince zorbalığa devam ediyor.
Rus
 imparatoru 3. Alexander'ın, "Rusya'nın dünyada iki dostu vardır: Ordusu
 ve donanması" sözü Rusya'nın tekrar mottosu oluyor. Son yıllarda 
askerî anlamda ciddi yatırımlar yapan, askerî harcamalarını %40 
arttıran, ordusunda önemli bir modernizasyona giden, bununla beraber 
ideolojik olarak Soyvetler'in emperyal vizyonunu tekrar benimseyen bir 
Rusya var. Bunun karşısından ise Putin'in bu askerî gücü kötü niyetle 
kullanmamasını umut eden bir Batı. Lakin umut etmenin bir strateji 
olmadığı Putin'in her hamlesi ile ortaya çıkıyor. İşin ilginç tarafı 
halihazırdaki gücünü fazlasıyla abartan Rusya ve halihazırdaki gücünü 
fazlasıyla azımsayan Batı'nın soğuk savaşında belirleyici olan askerî 
kapasite ve güçten ziyade, irade ve cesaret oluyor. Putin bu iradeyi 
gösterirken, diğerleri göstermiyor.
Bir yandan eski Sovyet 
ülkelerine mesaj gönderirken Putin, diğer yandan Rusya içindeki 
muhalefeti tehdit ediyor Kırım işgali ile. Ukrayna'daki göstericilerin 
başarısının başka ülkelere ve elbette Rusya'daki muhaliflere bir ilham 
öyküsü teşkil etmesini istemiyor.
Kırım işgali karşısında 
Putin ciddi bir tepki ile karşılaşmaz ise bu, Putin'in son pervasızlığı 
olmayacak. Sırada Baltık ülkeleri var, sırada Putin için Orta Doğu'da 
yeni işbirlikleri var. Putin'in Kırım işgaline en yüksek perdeden tepki 
veren ülkelerin Baltık ülkeleri olması boşuna değil (Litvanya ve Letonya
 anında NATO'yu acil toplanmaya çağırdı.) Başlarına ne geleceğini 
biliyorlar...
Rusya'nın 2008 işgalini yaşayan Gürcistan eski 
Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili, Kırım işgali için deja vu diyor. Bu 
gidişle ileride başka bir kriz yaşandığında, bu sefer Kırım işgalini 
örnek göstererek yine deja vu diyeceğiz.
1938 yılında Hitler, o
 zamanki Çekoslovakya'nın bir kısmını işgal edip, topraklarına 
kattığında buna ses çıkarmayan ve Münih Konferansında buna izin veren 
bir Batı vardı. Tarihin sonrasında nasıl ilerlediğini hepimiz biliyoruz.
 Çatışmadan kaçmak bazen çok daha büyük ve yıkıcı çatışmaları getirir. 
Amerika'nın Obama döneminde uyguladığı mümkün olduğu kadar herkese mavi 
boncuk dağıtma politikası, dünyayı daha güvenli bir hale getirmiyor. Tam
 tersine dünya daha güvensiz ve çatışmalı bir yere gidiyor.
Putin
 deli olduğundan veya gerçeklikle bağları koptuğundan böyle davranmıyor.
 Aksine tüm bu krizlerde gerçeği en iyi analiz eden ve en rasyonel aktör
 olduğundan bunları yapıyor. Ve kendi adına pişman olmuyor.