Mübarek Ramazan-ı şerifin idrâkini yaşayıp da, Ramazan Bayramı'nın tadını çıkaranlara ne mutlu!... Özellikle televizyon yayınlarını elden geldiğince az seyrederek -araları küs ve kırgın olanlar başta dahil olmak üzere- ana-baba-kardeş, akraba ve yaşlı büyüklerimizle birlikte, ahbap ve dostları ziyaret edip gönüllerini; gönülden gelenin doğal bir rengiyle alabilenler, paylaşanlar ve bayramlaşanlar, şimdi kim bilir, tarifi olmayan ne güzel, ne ulvî bir hazda, ne kadar vicdanı rahat ve ne kadar da huzurlu bir hâlet-i ruhiye içindeler?... İşte, 2008 yılının bir Ramazan Bayramı da şu veya bu şekilde; geçti, bitti ve sona erdi. Kimileri mutlu ya da huzurlu, kimileri, dinlenmiş, kimileri umutsuz ya da mahzun, kimileri ise idrakten mahrum bir biçimde geçirdi ramazan ayını ve akabinde bu dokuz günlük tatile dönüşen şu üç günlük güzelim Ramazan Bayramı'nı!... Ve her zamanki gibi kaçınamayacağımız hakikât ve sonuç şudur: Her kim ve hangi konumda ve meslek grubunda olursak olalım, şüphesiz "Niyet hayır, akıbet hayırdır!..." Hele bir de niyetler, hayırlı amel ve icraâtlara dönüştürülürse, fevkalâde bir yüce lütuf ve sonuçla süslendirilmiş ve dahi ödüllendirilmiş olmaz mıyız, ne dersiniz?... Hangi türden meslek grubu olursa olsun o meslekte sorumluluklar arttıkça vebâli de aynı oranda artar!... Dolayısıyla, sadece ülkemizde değil, bütün dünyada; özellikle TV yayıncılığıyla ilgili herhangi bir alanda çalışıyor ve sorumluluk üstlenmiyorsan, kanaâtimce çok büyük bir vebâl altındasın, bilesin!... Çünkü "Atom bombasından çok daha tesirli" (Bu ifâdeyi bu köşemde özellikle çok kullanıyorum) olan Radyo ve TV yayıncılığı, insanoğlunu ne kadar rezil de ediyor, vezir de!!!... Seyirler âleminin, hayırlara vesile olabilmesi ümîdiyle!..