Yazdı, okulların açılmasıydı, TV kanallarındaki yeni yayın dönemiydi derken şimdi de bir ramazan-ı şerîfin daha idrâki içinde bulunuyoruz. Zaman, belki de her zamankinden daha da hızlı akıp geçiyor. 2005'i 2006'ya bağlayacak olan bu dönem, başta İstanbul olmak üzere, büyük şehirlerdeki trafik sorunuyla TV kanallarının acımasız rekabeti, o çok kıymetli ve bir daha geriye gelmeyecek olan zamanımızdan ümit ederim ki çok şey götürmez. TV haber ve yayınlarında gündemin en önemli kısmını hâliyle AB müzâkereleri oluşturuyor. Mübarek ramazanın ekrandan bizlere yansıtılmaya çalışılan manevi havasının, iftar çadırları gibi faaliyet ve hizmetlerin yanı sıra TV haber ve yayınları, aklımıza gelmeyen birçok yoksulluğu da gözler önüne seriyor ve bir kere daha hâlimize şükretmekte aciz kaldığımızı görüyoruz. Mübarek ramazanın bu ilk haftasında "onbir ayın sultanı"na dair bu sene, gerek iftar öncesi gerekse sahur vaktinde gözle görülür bir yenilik sadece sohbet ve röportaj programlarında yer alıyor. Yoksa her sene olduğu gibi -bu ayın özelliğine uygun- özgün ve çarpıcıbir dizi, bir film ya da bir yapım şimdilik pek de göze çarpmadı. Şöyle insan ruhunu ve beynini özünden etkileyebilecek; gönülden hazırlanıp kadirşinas seyirciye sunulacak yapımlara zaten uzun yıllardan beri hasretiz. Başta Çağrıfilmi olmak üzere yıllar önce çekilmiş dînî filmler ramazan ayı geldiğinde temcit pilavı gibi gene döne döne yayınlanıp duruyor. Neyse ki bu sene kanallarda canlı ve sorulu cevaplı; seyircinin katılımıyla yayına giren programlar var da seyirci bilgileniyor ve bilinçlendirilmeye çalışılıyor. Henüz ramazanın dördüncü günündeyiz. Ramazan-ı şerîfinizi en candan duygularımla kutlar ve bu mübarek günlerin bereketli ve nitelikli TV programlarıyla dolup taşmasını temennî ederim.