“Mavi Vatan” Türkiye’nin var olma meselesi

Sesli Dinle
A -
A +
Prof. Dr. İbrahim Aydın
Balıkesir Üniversitesi Öğretim Üyesi
iaydin@balikesir.edu.tr
 
Vatan, sadece karadan ibaret değildir; kara, hava ve denizden müteşekkil bir bütündür. Yakın geçmişte vatan denince hep kara, toprak akla gelir olmuş. Ancak, kıta ve hava sahanlığının ne kadar önemli olduğu günümüzde daha iyi anlaşılmıştır.
 
Aslında dünyadaki bütün ülkeler, hep denize kıyı olmayı arzulamışlar, bunun için büyük bedeller ödemişlerdir. Hatta SSCB, varlığını âdeta sıcak denizlere inme hedefine adamıştır. Meşhur Türk Amirali Barbaros Hayrettin Paşa “Denizlere hâkim olan, cihana hâkim olur” demiştir. Osmanlı Devleti, Akdeniz, Adalar (Ege) Denizi, Marmara ve Karadeniz’i “Türk Gölü” hâline getirerek, dünyanın tek ve tartışmasız süper gücü olmuştur. Sonraki dönemlerde ABD Deniz Amirali Mahan da, dünyaya hâkim olmanın denizlere hâkim olmaktan geçtiğini savunan “Deniz Hâkimiyet Teorisi”ni ileri sürerek, Barbaros Hayrettin Paşa’nın fikrini kitabi hâle getirmiştir.
 
Türkiye, aslında Anadolu ve Trakya gibi iki yarım adadan oluşmuş, üç tarafı denizlerle çevrili oldukça şanslı bir ülkedir. Dünyanın en önemli iki suyolu olan Çanakkale ve İstanbul Boğazları ile Asya ve Avrupa kıtaları birbirinden ayrılmaktadır. Ancak biri Çanakkale, üçü İstanbul Boğazı’nda olmak üzere, toplam dört boğaz köprüsü ve bir de Avrasya Tüneli ile Asya, Avrupa ve hatta Afrika kıtaları birbirlerine bağlanmaktadır.
 

DENİZE KIYI OLMAK NİÇİN ÖNEMLİDİR?

 
Deniz demek dünya demektir. Denize kıyı olmak; ulaşım, turizm, savunma ve güvenlik, iklimin yumuşaması, bitki ve toprak yapısının farklılaşması, deniz ürünlerinden faydalanma ve en nihayetinde güvenilir ve ucuz ulaşım imkânlarına sahip olmak demektir.
 
Günümüzde denizlerde çıkan petrol ve doğalgaz da, ülkelerin denizlerdeki hâkim olma heveslerini arttırmış, kıyıdaş ülkeler arasında, denizleri paylaşma kavgalarına sebep olmuştur. Ülkelerin denizlerden daha geniş alanlara sahip olma arzuları kabarmıştır.
 
Dünyada dış ticarete konu olan malların değer olarak 2/3’ü deniz yolu ile taşınmaktadır. Denizyolu ile kuru yük, sıvı ve gaz gibi çok farklı ürünler taşınabilmektedir. Bu taşımacılıkta, kara ve hava yolunda olduğu gibi, başka ülkelerin sınırları, hava sahaları kullanılmadığı ya da çok çok az kullanıldığı için, hem en güvenilir hem de en ekonomik yöntemdir. Tek seferde, devasa miktarlarda yük taşıma imkânı bulunan deniz yolu taşımacılığında, enerji tüketimi de diğer ulaşım yöntemlerine göre çok azdır. Yakıt tüketimi, kara yolundan dört, demir yolundan iki kat daha ucuzdur. Limanlardaki gelişmiş yükleme, boşaltma tekniklerindeki gelişmeler, deniz yolu ile yapılan taşımacılığın çok daha hızlı olmasını sağlamaktadır.

TARİH BOYUNCA TÜM MEDENİYETLERİN HEDEFİ: AKDENİZ

Akdeniz, Türkiye ile birlikte Karadeniz ve Akdeniz’e kıyı olan devletlere Cebelitarık Boğazı ile Atlas Okyanusu’na, Süveyş Kanalı ve Kızıldeniz ile de Hint ve Pasifik okyanuslarına, yani dünyaya açılma imkânı sağlayan çok önemli bir ara denizdir. Tarih boyunca önemini hiç kaybetmemiş, aksine yaşanan Körfez Savaşları ve doğalgaz ve petrol ihtiva eden hidrokarbon kaynaklarının günümüzdeki keşfi, Akdeniz’in önemini katbekat arttırmıştır.
 
Akdeniz, Doğu ve Batı medeniyetlerinin; Hıristiyanlık, İslamiyet ve Yahudi âleminin ortasında yer almaktadır. Dahası, kara yolu bağlantılarıyla da dünya ticaretini kontrol altına alacak konumdadır.
 
Dünya petrolünün yarıdan fazlasını ihtiva eden Orta Doğu ve komşu bölgelerini kontrol altında tutma özelliğine sahiptir. 1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla, Avrupa-Uzak Doğu arasının 7 bin deniz mili kısalması, Akdeniz’in jeopolitik önemini daha da arttırmıştır.
 
Akdeniz’deki en önemli ada, Kıbrıs Adası’dır. Kıbrıs, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’i kontrol edebilecek, deniz ticaret yolları ile başlıca hava yollarından biri üzerinde bulunmaktadır. Ada, bütün Orta Doğu ülkelerini kontrolünde bulunduran “sabit bir uçak gemisi” gibidir.
 
İngiltere’nin hâlâ Kıbrıs’ta 2, Rusya’nın Tartus’ta 1 üsse sahip olmasının sebebi, Akdeniz’in jeostratejik önemidir. Yunanistan’ın Adalar Denizindeki (Ege Denizi) yayılmacı politikası, Kıbrıs’ı ilhak hayalleri de yine, Akdeniz’in öneminden kaynaklanmaktadır.
 
Akdeniz, dünya denizlerinin sadece %1’ine tekabül ederken dünya deniz trafiğinin 1/3’üne ev sahipliği yapmaktadır. Dünya ticaretinin %30’u, Avrupa’nın petrol ihtiyacının ise %70’i, Akdeniz üzerinden taşınmaktadır. Orta Doğu ve Orta Asya petrol ve doğalgazı, Bakü-Tiflis-Ceyhan, Kerkük-Yumurtalık ve Samsun-Ceyhan hatları ve Akdeniz sayesinde, batılı ülkelere ve tüm dünya pazarlarına ulaştırılmaktadır.İlk olarak, 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta başlatılan ve yaklaşık 19 ülkeyi etkileyen “Arap Baharı” adlı isyan hareketleri ile Türkiye’deki 15 Temmuz hain işgal ve darbe girişimi, Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarının keşfinden bağımsız düşünülemez. Hatta son yıllarda keşfedilen bu kaynakların “aslan adaleti” terazisiyle paylaşımı amaçlanmaktadır. Mesela, Sisi yönetimindeki Mısır münhasır ekonomik bölge anlaşmasını Türkiye ile değil de -26.500 kilometrekarelik alan kaybına rağmen- Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile yapması, bunun en bariz örneğidir.
 
Akdeniz, Doğu ve Batı medeniyetleri arasındaki güç rekabetlerinin yaşandığı, dünya siyasi tarihinin merkezi olarak gösterilebilecek, jeopolitik ve jeostratejik açılardan önemli bir konumda yer almaktadır. ABD, AB, Rusya Federasyonu, Çin ve Hindistan gibi hâkim güçlerin, su, gıda, ulaştırma ve lojistik gibi sebeplerle, tarih boyunca devam eden Doğu Akdeniz’e olan ilgileri, yeni yer altı kaynaklarının keşfi ile doruğa ulaşmıştır. Son gelişmelerle bütün emperyal güçlerin ilgi odağı hâline gelen Doğu Akdeniz, milletlerarası krizlere ve savaş tehlikesine gebe olup Türkiye, bu süreçte denklemin dışında bırakılmak istenmektedir. Ülkemizin Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge’de (MEB), 148 bin km2’lik alanı gasp edilerek, 189 bin km2 yerine, sadece 41 bin km2 verilmeye çalışılmaktadır.Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon gazı rezervi Türkiye’nin en az 550, Karadeniz’deki rezervi ise 272 yıllık ihtiyacını karşılayacak kapasitededir. Günümüz teknoloji dünyasında ekmek, su gibi temel madde hâline gelen “enerji”nin temini ve bu konuda dışa bağımlılığı azaltmanın ötesinde, ihracı ile ülkemiz ekonomisi için çok önemli bir rahatlama anlamına gelmektedir. Günümüzde bütçe açığımızın yüze 80’inin enerji giderlerinden kaynaklandığını düşünürsek olayın boyutu daha da netleşecektir.
 
Türkiye’nin Adalar Denizi’ndeki kıyı uzunluğu 3.200 km, Yunanistan’ın ise 2.700 km’dir. Yunanistan, Endonezya ve Japonya gibi ada devleti değil, kara devletidir ve münhasır ekonomik bölge sınırları da, ana karaya göre belirlenmelidir. Türkiye, mavi vatanda ana karasının sadece 0,6 katını isterken, Yunanistan 12 katını ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ise 30 katını istiyor! Kaldı ki, Yunanistan, Akdeniz’de kıyısı olmadığı için, aslında bu konuda muhatabımız dahi değildir.

TÜRKİYE, HİÇ BU KADAR HAZIRLIKLI OLMAMIŞTI

Türkiye, mazide hep savaş meydanlarında kazanmış ancak masada kaybetmiştir. Ayvalık ve Behramkale karşısındaki Midilli’nin, Kaş ilçemize 2,2 km, Yunanistan’a ise 580 km mesafedeki Kızılhisar (Meis) adasının kaybı nasıl izah edilebilir? Yıllarca hakkında konferanslar verdiğim Kıbrıs, neredeyse Türkiye’ye yük olarak algılanmaya başlamıştı. Hâlbuki Kıbrıs, ülkemize 71 km, Yunanistan’a ise 900 km uzaklıktadır. İngiltere’nin, hâlihazırda Güney Kıbrıs’ta 2 üssü bulunuyorken ülkemizin güneyinde ileri karakol görevi gören Kıbrıs, Türkiye için nasıl önemsiz olur? 1959 Londra ve Zürih antlaşmalarındaki yetkilerimize ve haklarımıza rağmen, Güney Kıbrıs’ın AB’ye 1990’da “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı ile üye başvurusu yapmasına, AB’nin ülkemize tek taraflı Gümrük Birliği havucuna kanarak ses çıkarmamamız akıl almayacak derecede büyük bir hatadır. AB’nin ise, kendi ilkelerini çiğneyerek, 2004’te problemli Kıbrıs’ı “üye ülke” olarak kabul etmesi, belli ki uzun vadeli planlarının bir gereğidir! Yunanistan’ın, Adalar Denizi’nde 3 mil olması gereken kıta sahanlığını 6 mile, daha sonra 9 mile çıkarmasına sessiz kalışımız, 12 mile çıkarma iddiası için cesaretlendirmiştir. Bu noktada, Türkiye nihayet tepki vermiş, bunu savaş sebebi saymış, Yunanistan da geri adım atmış, hayallerini şimdilik ertelemiştir.
 
1974 öncesinde, Kıbrıs’ın ENOSİS’le Yunanistan’a ilhak edilmesi amacıyla ada Rumları, Türklere akılalmaz baskılar ve katliamlar yapıyordu. Türkiye, elindeki garantörlük hakkına rağmen imkânsızlıklardan dolayı müdahale edemiyor, BM ve Batı ülkelerindeki sonucu belli beyhude diplomatik girişimler yapıyordu.
 
Yaklaşık on yıl süren hazırlıklar ve Topçular-Eskihisar arasında çalışan arabalı vapurların bölgeye intikali ile Kıbrıs’a “Mutlu Barış Harekâtı” düzenlenmiştir.
 
PKK terör örgütüne karşı, Almanya’nın, elimizdeki Leopard tanklarını kullanmamıza izin vermemesi, İsrail’in bize pahalıya sattığı insansız hava araçları HERON’ların, ülkemize değil de terör örgütüne hizmet etmesi, her sahada olduğu gibi, askerî güç ve savunma teknolojisinde de “yerli ve millî” olmanın ne kadar önemli olduğunun bir kez daha altını çiziyordu.    
 
İşte bu noktada, dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, malum çevrelerin engelleme, iftira, karalama ve hatta ağır cezada yargılama tehditlerine rağmen, sondaj ve sismik arama gemilerini satın alıp modernize etmiştir. Günümüzde, hiçbir devletin bu tür gemileri bulunmamaktadır. Şirketlere ait gemiler, gerektiğinde devletler tarafından kiralanmakta, sondaj sonucu çıkan neticeye inanmak zorunda kalınmaktadır. Büyük paralar ödeyerek sondaj yaptırdığınız sahalarda, belli bir süre başka bir şirket tarafından sondaj yapılamamaktadır. Sondaj sonucu petrol veya doğalgaz bulunursa da kaynağın sadece %33’ü sondaj bölgesinin ait olduğu ülkeye verilirken, %67’lik kısım ise, gemisiyle sondajı yapan şirket almaktadır.

HİDROKARBON ARAMADA DÜNYADAKİ 5 ÜLKEDEN BİRİYİZ

Türkiye günümüzde Fatih, Kanuni, Yavuz ve Abdülhamid Han adlarını taşıyan 4'ü sondaj, Barbaros Hayrettin ve Oruç Reis adlarını taşıyan 2'si sismik araştırma gemisinden oluşan, toplam 6 gemilik, dev bir hidrokarbon keşif filosuna sahiptir. Türkiye, bu sayede dünyanın hidrokarbon arama ve çıkarma kabiliyetine sahip 5 ülkesinden birisidir. Kendi yer altı kaynağını, en güvenilir ve en ucuza kendi araştırmakta, tespit edilen kaynağın tamamı da kendi ülkemize ait olmaktadır. Doğu Akdeniz’deki itilaflı sahalarda güvenliğimizi sağlayan havadaki İHA/SİHA’larımızın gölgesinde, devletimize ait gemilerle, her türlü arama ve keşif faaliyetlerimizi sürdürmekteyiz. Envanterimizdeki Leopard tankların kullanımına izin vermeyen Batı zihniyetinin,  günümüzde sondaj ve sismik gemisi satacağını, kiralayacağını düşünmek saflıktan öte bir duygudur. Türkiye, hidrokarbon arama çalışmaları alanında dersine iyi çalışmış, gereğini yapmıştır. Ülkemiz, bu sayede, dünyanın enerji üssü olma yolunda emin adımlarla ilerlemektedir. Ülkemizin Amasra-1, Tuna-1 ve Çaycuma-1 kuyularında keşfettiği, değeri 1 trilyon dolar olan 710 milyar metreküplük doğalgaz rezervi, bütün dengeleri değiştirmiştir.

ABD’Lİ ŞİRKET DEMAC’İN TEKLİFİ

Muhalefet, Türkiye’nin Akdeniz ve Karadeniz’deki doğalgaz arama ve keşif çalışmalarını itibarsızlaştırmaya çalışırken, Sakarya ve Amasra gaz sahalarında toplam 1 trilyon metreküplük doğalgaz rezervini teyit eden petrol ve doğalgaz endüstrisinde dünyanın önde gelen “rezerv değerlendirme” kuruluşlarından olan ABD merkezli uluslararası DeMac şirketi, Karadeniz’de keşfedilen mevcut doğalgazın piyasa değerinin yarısını nakit olarak vermeyi ve bundan sonraki arama ve işletme çalışmalarını birlikte yapmayı teklif etmiştir. Hükûmet ise “Önceliğin ekonomik değil, enerjide tam bağımsızlık olduğu”  gerekçesiyle bu teklifi geri çevirmiştir.
 
Nasıl ki vatan topraklarından bir çakıl taşına bile canımız pahasına sahip çıkıyorsak, “Mavi Vatan”da da, her milimetrekareye sahip çıkmalıyız. Çünkü “Mavi Vatan” meselesi, Türkiye için ekonomik çıkarın çok ötesinde, küresel güç olma yolunda beka, güvenlik ve en nihayetinde var olma meselesidir. Global aktör olma yolundaki Türkiye, medeni görünümlü, ama son derece vahşi günümüz dünyasında, haklı olmanın yanı sıra her alanda yeterince güçlü de olmak zorundadır.

 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Bahri ARSLAN 22 Ocak 2023 17:35

Allahüteala razı olsun Çok güzel ufuk açıcı bir yazı Bu tür yazı ve konferanskatla milletimizin bilgilendirilmesinde çok faydalı olur