Yusuf, ustasının sualiyle daldığı hayal aleminden çıktı: -Evet ustam. Bu kokuyu merak ediyerim. Ne kokusu olduunu bi türlü çıkaramadım. İsmail Pehlivan derin derin iç geçirdi, karasevdalısını hatırlamış biri gibi: -Tuna kokusudur bu Yusufum, Tuna kokusu. Bi defa koklayan sevdalanır, nireye gideese gitsin bu kokuyu unutmaz. Hele bi de Tuna'yı Silistre'de görürsen, sevdan karasevdaya dönee. Sıkı dur bre Yusuf seen işin zor. Yusuf, şaşırdı: -İşim zor mu? -Zor bre zor, hem de çok zor. Tuna'nın kokusunu çok erken aldın. Genelde koku, şu tepe aşılınca duyulur. Sense çok beriden duydun. Bu senin Tuna'nın delisi, karasevdalısı olcaana işaret. Tuna, seni kendine çariyeri. Yandın bre Yusuf, yandın ki ne yandın. Tuna sevdası, insanı bi defa yaktı mı, artık şifası yoktur. Akıncılar gibi akmak, hep yeni diyarlara gitmek, nice bin güzelliklere kanat açmak ister. Bir yerde duramaz. Odalar onu sıkar. Hep kırlara kaçmak, yıldızların altında gecelemek ister. Tuna, onunla konuşur. İsmail Pehlivan'ın bu şekildeki açıklaması Yusuf'un hoşuna gitmiş, "Tuna onunla konuşur" sözü çok heyecanlandırmıştı: -Te be ustam! Yanaasak Tuna sevdasıyla yanaam. Keşke büüle bi sevdayaa yakalansam, hem de karasevda derecesinde. Yüzyıllarca akıncılaa hep bu sevdayla yanmamışlaa mı? Büle bi sevda, benim için en büyük şereftir. İnşallah kısmet olur. Yusuf'un sözleri İsmail Pehlivanı şaşırtmıştı. Demek ki Yusuf'un gücü yalnızca bileklerinde değildi. Hem gönül ehli, hem de bilgili gibiydi. Yollarına devam ettiler. İsmail Pehlivan tepeyi işaret etti: -İşte şu tepe! Onun zirvesine vaadımızda, Silistre'yi ve yanından akıp giden Tuna'yı, Rumeli Türkü'nün deryasını görceksin. Tepenin zirvesine yaklaştıkça Yusuf'un heyecanı arttı. Az sonra, rüyalarının şehri Silistre'yi, rüyalarının deryası Tuna'yı görecekti. Bir an önce ulaşma isteği dayanılmaz oldu. Boynunu büküp ustasına baktı. İsmail Pehlivan, tepenin zirvesine bir an önce gidebilmeye izin vermesi için bakışlarıyla yalvaran Yusuf'ta bütün Rumeli Türkü'nü gördü. Onu daha fazla oyalamanın, karasevdalısı yarine kavuşmak için çırpınana engel olmak gibi insafsızlığa dönüşeceğini hissetti: -Yusuf! Been at biraz yaşlı, isteesen sen önden gidebilirsin. Ustasından bu izni alan Yusuf, atı Karaok'u topukladı ve göz açıp kapayıncaya kadar tepeyi tırmandı. Tırmanmasıyla beraber gözleri kamaştı. Gördüklerine inanamadı. Karşısında, altın bir şehir, hemen yanında da kocaman, çok kocaman altın bir su uzanıyordu. Yusuf'un sanki dili tutulmuştu. Batmakta olan güneş, bir kuğu gibi süzülen Tuna'yı ve kubbeleri, minareleri, selvi ağaçlarıyla masallar şehrini andıran Silistre'yi altın rengine boyamıştı. Daha önce denizi hiç görmeyen Yusuf, Tuna'ya niçin derya dendiğini daha iyi anladı. Bu büyüklükteki suyun, başka alemlerden gelip yine başka alemlere gittiğini zannetti. Bu sırada, Kel İsmail Pehlivan da gelmişti. Yusuf'un şaşkınlığını görünce güldü, ancak o da Silistre'ye doğru baktığında şaşırdı. Daha önce defalarca Silistre'ye gelmişti. Fakat, Tuna ve Silistre'yi bu halde, güneş ışıklarıyla yanarken hiç görmemişti. -Eh bre Yusuf, dedi. Tuna ve Silistre'yi bu şekilde görmen em şansın em de şansızlıın. > DEVAMI VAR