Laleler arasında elma Abdülhamit Han, gözleri yerden kalkmayan, edebinden kendisine bakamayan Ahmet'i omuzlarından tuttu: -Evladım. Gazi paşamızdan sonra bir baban da beni bil. Rahat ol. Hele anlat bakalım. Hikmet dedeyi. Kırk kanatlı ekibinizi. Rusların karşısında Paşa baba diye nasıl seslendiğini... Bütün bunları Gazi paşadan dinledim ama bir de senden, genç bir pehlivanın gönlünden, dilinden dinleyeyim. Dinleyeyim ki zamanımızı daha iyi anlayayım... Ve Ahmet'in heyecanı gitti. Rahmetli babası karşısındaymış gibi rahatladı. Abdülhamit Han sordu, o anlattı. Plevne'yi, Hikmet dedeyi, Kırkpınar'da Koca Yusuf ile buluşmasını, Ayı ile güreşini. Padişah, Yusuf ile tanış olmasıyla çok ilgilendi. Ayı ile güreşini duyunca doyasıya güldü. Padişah, devlet yorgunluğunu unutup bir parça güler, Ahmet, babasıyla dertlerşircesine anlatır ve Osman Paşa, büyük bir zevk ile dinlerken, Hayrettin Paşa'nın türbesi yanında kalanlar, yaşadıklarına bir anlam verememişlerdi. Özellikle de Said Beşir. Yaşadıklarından, gördüklerinden bir şey anlamamış, saltanat arabasına binen, padişahın yanına oturan Ahmet'in arkasından bakakalmıştı... HHH "Hey mübarek koca Mimar, nasıl da yapmış bu kubbeyi, kırk penceresiyle. Gönüller ilahi sırlar açılsın diye." Kara Ahmet, yıllardır görmediği, sağ mı yoksa ölümü bilmediği, Leyla ablasıyla ilgili bir haber alınca trene atlayıp Edirne'ye gelmişti. Gelen haberde, Edirne-Ayşekadın semtinde, Razgrad doğumlu Leyla isminde bir kadın olduğu söylenmişti. Kara Ahmet, Sultan Abdülhamid Han ve Gazi Osman Paşa ile görüşmesinde, ablası Leyla'yı hâlâ bulamadığını söyleyince, Padişah ilgilenilmesi irade etmiş ve bundan bir hafta sonra Edirne haberi Ahmet'e ulaşmıştı. Ahmet, ilk anda verilen adrese gitmeğe cesaret edememiş, önce Koca Yusuf'un tanış eylediği Gülşeni Dergahı hocası İbrahim efendiye varıp, hayır duasını aldıktan sonra Selimiye Camisi'ne koşmuştu. Şimdi, Selimiye kubbesine, bu kubbedeki kırk pencereye bakarak verilen adrese gitmek için cesaret arıyordu. Kubbeye baktıkça gönlünün genişlediğini, heyecanının geçtiğini, sıkıntısının azaldığını, bulutlara karıştığını hissetti. Koca Yusuf ile birlikte geldiğinde tanıştığı müezzin efendiye, hünkar mahfilini gezmek istediğini söyledi. Müezzin efendi, "Laleleri ve kızıl elmayı görmek istersin değil mi" diyerek kapıyı açtı. Ahmet, merdivenleri bir bir çıkarak hünkar mahfiline yükseldi. İçeri girdiğinde gözleri kamaştı, aklı yerinden çıkıyor gibi oldu. Sanki Cennet bahçesine girmişti. Laleler, binbir çeşit renk ve güzellikte çiçekler arasında elma ağacı. Çiçekler ve elmalar, çinilerden göğe, Ahmet'in gönlüne kanatlanmış gibiydi. Çiçekler arasında Cennet bahçesinde dolaşır gibi olan Ahmet, bir anda Cehennem çukuruna düşmüş gibi oldu. Cennet bahçesinden indirilmişçesine gönülleri cezbeden çinilerin bir kısmı yerinden çıkarılmış, duvarda bıraktıkları boşluk simsiyahtı, Cennet bahçesi ortasında yılan-çiyan kaynayan bir kuyu gibiydi. > DEVAMI VAR