Filiz Nurullah, işaret edilen yere baktı ve telaşla vagonlardan inen yolcuları inceleyen Benoit'i gördü. Görmesiyle birlikte, "Te be Ahmet, yengemiz çok güzelmiş..." derken yaptığı hatayı anladı. Arkadaşının evlenme ihtimali olan bir kız hakkında nasıl güzelmiş diyerek beğenme ifadesi kullanırdı. Filiz Nurullah çok utanmıştı, Ahmet'e döndü: -Hakkını helal et be Ahmet. Bir anda ağzımdan kaçtı. Bunu çok konuşma alışkanlığıma ver. Boşuna dememişler, çok konuşan, çok yanılır, diye... Filiz Nurullah'ın hassasiyeti, Ahmet'i duygulandırdı: -Üzülme be Filiz abim. Daha ortada fol yok, yumurta yok. Bizimkisi samanlıkta iğne aramak gibi bir şey. -Üle deme be Ahmet. Eğer kısmetse, Yemen'de de olsa seni bulur. Hadi sen benim arkama mevzilen de, şu elmaya bir bak. Işıldayacak mı? Filiz, dev gibi gövdesiyle öne geçti. Benoit'e otuz adım kalasıya kadar yaklaştı. Bu arada Ahmet, bir an olsun yanından ayırmadığı torbasından Hikmet dedenin emaneti kızılelmayı çıkardı. Gözlerine inanamadı. Tepeden tırnağa titredi. Işıldıyordu... Hikmet dede tarafından 22 sene önce kendisine verilen ve o günden bugüne tazeliğini koruyan kızılelma... Işıl ışıl yanıyordu. Evet, kırkıncı güzelde elma ışıldamıştı. Benoit, Ahmet'in kızılelmayı ışıldatıyor mu diye baktığı kırkıncı güzeldi. Ahmet, heyecandan ne yapacağını bilemedi. Eli ayağına dolaştı. Işımasını kimsenin görmemesi için davrandı... Kızılelmayı aceleyle torbaya koymağa çalışırken olanlar oldu. Elma elinden düştü. Dev gibi Filiz'in yanından geçti, yolcu bekleyenlerin yanına doğru yuvarlanmağa başladı. Ahmet, bakakaldı, elmanın ışıması şaşkınlığından kurtulamamaştı. Ahmet, tıngır mıngır giden elmayı donmuş gibi seyrediyordu. Filiz'in "Ahmet, elma gidiyor" sözleriyle kendine gelen Kara Ahmet, telaşla elmanın ardından koştu. Ahmet, yetişinceye kadar elma, yuvarlandı, yuvarlandı ve bir çift zarif ayağın yanında durdu. Ahmet'in gözü elmadan başka bir şey görmüyordu, elmanın nereye, kimin yanına yuvarlandığının farkında değildi.. Aceleyle elmayı durduğu yerden aldı, torbaya koydu. Gözler, parlayan bir elmanın peşinde koşan Ahmet'teydi. Ahmet'in eli ayağına dolaşmıştı. Bir taraftan, elmayı ışıldatan güzeli bulmanın verdiği heyecan, diğer taraftan elmayı düşürmenin doğurduğu utanç. "Böyle bir beceriksizliği nasıl yaptım" diye kendi kendini yiyordu. Utancından kimsenin yüzüne bakamayan Ahmet, elmayı torbaya koymasıyla birlikte, döndü, Filiz'in yanına yürümek için ama yürüyemedi. "Karemel" diye kulağa gelen en latif ses, onu olduğu yere çaktı. Elinde olmadan sese yöneldi. Şaşırdı, karşısında kendisine gülümseyen, bir çift göz vardı. Elma, Benoit'in ayakları dibine gitmişti. Benoit, Ahmet'in yanına geldi. Elini uzattı, "Soyez le beenvenu (Hoş geldin)" dedi. Ahmet, büyülenmiş gibiydi. Bir şey diyemedi. Uzatılan eli sıkmadı. Benoit, gülümseyerek elini indirdi. Ahmet çat pat öğrendiği Fransızcasıyla kızara bozara "Merci (Hoş bulduk)" şeklinde hoş bulduk demeğe çalıştı. Çok şeyler söylemek istiyordu, ama dili, gönlündekileri ifade edemiyordu. Ahmet, çaresizce etrafına baktı. > DEVAMI VAR