Sinan'ın Çamlıca yamacındaki lüks evi o akşam İzmirli Hande'yi ağırlıyordu. İlk karşılaşmadaki soğukluk, zaman geçtikçe yerini koyu bir sohbete ve kaynaşmaya bıraktı. Yemekte yanlış anlaşılmalar düzeltildi, karşılıklı özürler dilendi, hatta bazen olanlara gülünüp geçildi. Şeyma'nın haricindeki herkes yaşananları kendi cephesinden anlatarak durum değerlendirmesi yaptı. Hande aileye çabucak uyum sağlamıştı. Son derece rahat ve kendinden emin bir duruşu vardı. Evdekilerle aynı dili konuşuyor, aynı şeyleri düşünüyor, aynı şekilde hareket ediyordu. Sanki aileye yeni biri katılmamış da, içlerinden biri kopyalanmış gibiydi. Şaşırtıcı, merak uyandırıcı hiçbir yönü yoktu. Bu durum Sinan'ın anne ve babasını rahatlatırken, bir tek Şeyma'yı rahatsız etmişti. Şeyma, Sevgi'nin mahcubiyetini, sıcaklığını, tebessümünü Hande'de bulamamıştı. Bu yüzden onları sessizce izliyor, sohbete pek katılmıyordu. Belli ki abisinin evliliği ile evdeki tekdüze hayat devam edecek, yeni bir renk, yeni bir heyecan olmayacaktı. Ama karar onlarındı. Kendisi fikrini yeterince söylemiş, artık söyleyecek bir sözü kalmamıştı. Evlilik kısmet işiydi. Olunca oluyor, olmayınca olmuyordu... *** Sevgi bayide boş kaldıkça kitap ve gazete okuyor, yeni şeyler öğrenerek kendini geliştirmeye çalışıyordu. Bir ara başını kaldırıp ileri bakınca, dondu kaldı. Sinan ile Hande kol kola konuşarak iskeleye giriyorlardı. Bir an kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Heyecandan boğazı kurudu, ne yapacağını şaşırdı. Eğer gazete almaya gelirlerse Hande mutlaka kendisini hatırlayacak, dolayısıyla Sinan da durumu anlayacaktı. Neyse ki koyu bir sohbete dalmışlardı. Konuşup gülüşerek hizasından geçip gittiler. Onların ardından bakan Sevgi, Sinan'ın hayatında hiçbir zaman yeri olmayacağını o an anladı. Onlar farklı dünyaların insanıydılar. Sadece bir maceraydı yaşadığı. "Prens" uykudan uyanmış, "esas kız" gelmiş ve macera bitmişti. Ne gariptir ki Sevgi, daha düne kadar Sinan'ı dört gözle beklerken, şimdi onun sözlüsüyle birlikte sağlıklı ve mutlu bir şekilde uzaklaştığını görünce rahatlamış, âdeta sırtından bir yük kalkmıştı. Artık Sinan diye bir düşüncesi ve derdi olmayacaktı. En azından o öyle düşünüyordu. O böyle düşüncelere dalmışken, komşu dükkanın tezgâhtarı Dilek yanına gelerek selam verdi: -Merhaba Sevgi. Nasıl gidiyor? -İyi. Çok iyi. Sen nasılsın. -Teşekkür ederim, ben de iyiyim. Eh, hasta iyileştiğine göre, düğün ne zaman? -Düğün mü?.. Şey Dilek, biz ayrıldık. -A! Neden? -Bir heyecandı, gelip geçti işte. Biz farklı dünyalara aitiz. Doğrusunu istersen, zaten evleneceğimiz yoktu da, hastalığında yanında olmak istedim, hepsi bu. Kız şaşkınlığını üzerinden atamıyordu: -Tam bir muammasın yani. Çok şaşırttın beni. Rüzgâr gibi geçti ha? Sevgi güldü: -Aynen öyle, rüzgâr gibi geçti. Böyle bir film vardı değil mi? -Evet, klasiklerden. -Hatırladım. Bizim hayatımızın filmlerden farkı ne ki? -Haklısın. Neyse, artık burada olduğuna göre, görüşürüz. -Görüşürüz Dilekçiğim. > DEVAMI YARIN