Son günlerde ülkenin dört bir yanından gelen “gıda zehirlenmesi” vakaları “dışarıda yeme içme alışkanlığını” riskli hâle getirdi. Gerek gıdalara karıştırılan sağlıksız ürünler gerekse hijyen şartlarına riayet edilmemesi en önemli sebepten biri.
Bu zehirlenme olayına bir de “ahlaki” yönden bakalım. Teknoloji alanındaki dönüşüm bilgiye erişim ve haberleşme alanlarında önemli kolaylıklar sunarken yeni tehlikelerle de yüz yüze getiriyor. Çocuklar ve gençler zihnen hack’lenirken hasar hangisinde daha büyük?
Aile mahremiyeti ve aile birlikteliği daha önce olmadığı kadar zemin kaybediyor. Çocuk ve gençler arasında giderek artan cinayet şiddet hırsızlık olayları bir güvenlik zaafını aşarak, toplu zehirlenme ve toplumsal erozyona” döndü. Ailelerdeki hasar çocuklar üzerinden topluma geri dönüyor.
Suç işleyen çocukların geçmişi ile ilgili yapılan bir araştırmada suçlu çocuklara soruluyor; “Hayatında değiştirmen, değiştirilmesi gereken, seni suça iten arızalı bir yer var mı? Varsa o nedir?
Verilen cevapların ilki, “Ailemde, ve çevremde beni kimse ciddiye almadı…” Hayat görsel olarak öğrenilir, ilk ders sorumluluğu ve kontrolü, aile olan tarafından verilir. Nasıl bir ev ortamında büyüdüğünün çocuğun hayatı üzerinde güçlü etkileri var. Çocuk dışarıdaki dünyayla temas kuruncaya kadar hayatı evde olup bitenlerden öğrenir. Sağlıklı aile bağları aile içindeki bireyleri sokağa karşı güçlendirir. Eğer aile içinde sağlıklı bir ilişkiye sahip değilse, çocuk kendini mutsuz ve güvensiz hissederek evden uzaklaşarak tehlikelere açık hâle geliyor. İmkânları olan çocuklar, kendini ispat için kendi başlarına yaşamaya başlamak için evden uzaklaşıyor. Evden ilk firar eden çocuk değil, ev zaten terk edilmiş…
Eğer endişelerinizi, başarınızı paylaşacak dostlarınız yoksa ve eve gittiğinizde yalnız uyuyor ve sabah kalktığınızda, paylaşacak kimseyi bulamıyorsanız, ne bankadaki kabarık hesaplar ne de konforlu evler çocukları ailede tutmaya yeter, savrulur gider…
Arızaların ikincisi, görsel olarak izlediği ve takip ettiği sosyal medya ve ekrandan kaptığı “Rol modelidir”. Dezenformasyon, bilinçli olarak ürettiği eksik, yanıltıcı tamamen uydurma “karakterler” genç kitleleri yanıltarak, yönlendirme ve suiistimal etmektedir.
Takipçi sayısı ile övünmek bir hastalıktır. Çünkü bedel ödenmeyen bir dostluğun değeri ve karşılığı olmaz. İstanbul Üniversitesinde yapılan bir araştırma, sosyal medya kullanımının giderek artan bir hızda “bireysellik, bencillik ve yalnızlığı” artırdığı belirlenmiş. Çünkü çaba harcamadan ve bedel ödemeden kurulan dostlukların değeri yoktur. Ayrıca aşırı sosyal medya kullanımı sosyal ve psikolojik yalnızlığa götürüyor. Bu kişiler gerçek dostlarından uzaklaşıyor ve daha da yalnızlaşıyorlar.
Psikolog Raushan Birmagambetova diziler hakkında “Dizilerde genel olarak ne görüyoruz? Entrika var, dedikodu, saldırganlık, acımasızlık, aldatma var... İnsanlar bunu izlediğinde 'hayatın normali bu' diye düşünmeye başlıyor. Yani o da farkında olmadan buna inanıyor. İnsan bunu yaşamak istemez ama bu TV dizilerine böyle yapışıp kalınca, belli bir süre sonra aynısını o da yapıyor. Ve ileride kendi hayatında bunu gösteriyor. Bu çok üzücü bir şey" diyor.
Üçüncü arıza ise, arkadaş ortamında “aşağılanma hissi ya da görünmezlik yani kaybolup gitmek…” Kişiler görünür olmak, fark edilmek kendini sergilemek isterler. Bu kişiler için suç işlemek bir tür güç gösterisine, hatta kimlik sunumuna dönüşebilir. “Beni kimse fark etmiyor, ama ben bu eylemi yaparsam herkes beni konuşur” gibi bir mantık devreye girer.
“Minimum kanunu” hayatın her alanında geçerli, çocukların gücü, mutluluğu da ailenin en zayıf halkası kadardır. Endişesi olan aynaya bakıp sormalı “zayıf halka nerede?..”

