Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Medeniyetimizde Şehir ve Mekân”temalı zirvede yaptığı konuşmada “Sadece bina dikmekle bir kenti güzelleştiremez, dönüştüremez, içinde yaşayanlara huzur getiremeyiz…”diyerek şehirleri yaşatacak“hayat damarlarını”açmak gerektiğini vurgulamıştı.
Hayat görsel olarak öğrenilir. Hayat damarları, toplumun koruma kalkanı olan aile, eğitim kurumları ve erken iş yeri tecrübeleri ile şekillenir. Bunlardan mahrumiyet hayatı kâbusa çevirir çünkü yeri boş kalmaz.
“İçeride tutan yok, dışarıdan çağıran çok” olunca boşalan alanı “Dezenformasyon”doldurur. Bilinçli olarak üretilen eksik, yanıltıcı ya da tamamen uydurma tecrübeler genç kitleleri yönlendirme ve suistimal eder.
Psikolog Raushan Birmagambetova diziler hakkında yaptığı paylaşımda "...Genel olarak ne görüyoruz? Entrika, dedikodu, saldırganlık, acımasızlık, aldatma var. İnsanlar bunu izlediğinde 'hayatın normali bu' diye düşünmeye başlıyor. Yani o da farkında olmadan buna inanıyor. Belli bir süre sonra aynısını o da yapıyor…"
Yüzleşmenin hikâyesi,1950'li yıllarda başlayan köyden şehre göç, teknolojik gelişmeler ve küreselleşme ile şehirlerin fiziki yapısı, ihtiyaçlar ve sosyal kimliğin dönüşüme uğraması ile başlıyor... Değişim sadece şehirlerin fiziki yapısını değil insan davranışlarını da kuşatmaktadır. “Şehir ve mekânı”tartışırken, toplanmayan çöpler, bozuk yollar, akmayan sular şehirleri mutsuz yapan belirleyiciler olmakla birlikte “genç işsizler”ve “suça sürüklenen çocuklar”olarak öne çıkmakta, aileler hırpalanmakta, insanlar mutsuz ve tahammülsüz kalabalıklara dönüşmektedir.
Zamana ve zemine göre değişerek büyüyen listede “Gençlik”ilk sırada yer alıyor. Bu değişimi fark ederek teslim olmadan yön vermek bütün dünyanın kavgasıdır.
Ege Bölge Sanayi Odası Başkan Yardımcısı Metin Akdaş, 18-24 yaş arası gençlerin yüzde 31’inin ne eğitimde ne istihdamda bulunduğunu belirterek“Yaklaşık 2,5 milyon gencimiz ne işte ne okulda. Sanayici nitelikli eleman bulamazken bu kadar çok gencin sistem dışında kalması ülke açısından büyük bir kayıp…”açıklamasında bulunuyor.
Bu kayıp kendisini sabitlemiyor, başka arızalarla farklı rollerde karşımıza çıkıyor. TÜİK verilerine göre bir önceki sene suça sürüklenen çocuk sayısının 170 bin iken 2024 yılında 202 bin 785’e tırmanması toplumdaki hasarı yukarı taşıyor...
Sıkıntı sadece hukuki bir mesele değil. "Mevcutta çocuğu araç olarak kullanma diye bir suç yoktu” diyen Adalet Bakanı Yılmaz Tunç çocukları suça düşmekten korumak için 11. Yargı Paketi’nde cezaların artırılacağını belirtmişti. Suçun önlenmesi için Hukuki Operasyonlar yetmez, geriden gelerek daha farklı ve fazlası gerekir.
Suç rakamı birdenbire tırmanmadı birden de düşmez. Bu zemin kayması karşısında dert yanan bir düşünür “Çocuklarımıza o büyük insanlık ideallerini pek aşılayamıyoruz…”diye yol haritasını veriyor.
“Ne istihdamda ne de eğitimdegörünmeyentehlikeye açık gençleri”suça teşvik eden güçlerin tasallutundan korumak için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı özel bir iş gücü uyum programını hayata geçiriyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan “istihdam ve eğitimde” olmayan gençleri kısmi süreli çalışma modeli ile iş gücü piyasasına ısındırma ve kalıcı istihdamı hedeflediklerini açıklamıştı.
Biz daha fazlasının, aile içi çatışmalar, akran baskısı, işsizlik, akademik başarısızlık gibi sebeplerle gerçek dünyadan kaçan gençlerin kaybettiği “Aidiyetini”yeniden kazandırmanın derdindeyiz…
Hepimizin sorumluluğu yaşanabilir bir dünyanın kapılarını gençlere açık tutmaktır…
Hikmet Köksal'ın önceki yazıları...