Nurlu köle Bilal-i Habeşi

A -
A +

Hani "on parmağında on marifet" derler ya, Amir tam öyle biridir. Bir bakışta devenin kilosunu, atın yaşını, altının hasını kestirir, dokumanın, çeliğin, derinin iyisini bilir. Itriyat ve mücevher gibi ince ayar işlerde de mahirdir. Cesurdur, çalışkandır, tertiplidir, kolay kolay yaşa basmaz ve adama gelişinden not verir. Hepsi bir yana para edecek malın kokusunu önceden alabilir. Ama o bir köledir. Gerçi Ebubekir gibi birinin kölesi olmak rahatlık ve huzur demektir. Sahibinin izniyle kendine de çalışır ve kısa sürede 10 bin altınlık bir servet edinir. Evet hür değildir ama birçok hürü cebinden çıkaracak kadar zengindir. Habeşli Bilal, (Amir kadar becerikli olmasa da) dürüsttür, içi dışı birdir, güven verir. Sonra sesi çok güzeldir. Sahibi Ümeyye bin Halef onu düğün düğün, şenlik şenlik gezdirir, gazeller, kasideler söyletir. Kızgın zeminde günlerce yürüyüp mayışan develer onun nağmeleri ile silkinir, uyuz merkepler bile küheylan kesilir. Hatta öyle olur ki kervancılar hayvanların çatlamasından çekinir. Malûm Mekke sivri sivri, kara kara tepeciklerin arasına sıkışmış dar vadiciklerden ibarettir ve bu iklimde ne sebze ne de meyve yetişir. Ama Kureyşliler almayı satmayı iyi becerir, parası olan Medine'nin hurmasını, Mısır'ın tahılını, Taif'in yeşilini ayağına getirtir. Yanisi şu ki kutlu beldeye kervanlar gitse, kervanlar gelse gerektir. İşte böylesi seferlerden birinde Kureyş'in ünlü tüccarı Ebubekir ile köle Bilal birlikte yola çıkar, aynı yerlerde konaklarlar. İkisi de güleryüzlü, ikisi de cömerttir ve çok iyi anlaşırlar. Şam'a ulaştıkları günlerde Ebubekir gördüğü bir rüyanın tesirinde kalır. Yanına Bilal'i de alıp yaşlı bir rahibe danışır. Adamcağız nicedir beklediği bir haberi almış gibi sevinir, "size müjdeler olsun" der, "sadık bir rüya görmüşsünüz. Çok geçmeden ahir zaman peygamberi dinini tebliğe başlayacak. Siz onun hayatında arkadaşı, vefatında halifesi olacaksınız." Yıllar sonra Sıddık-ı ekber diye anılacak olan Ebubekir heyecanlanır ama Bilal daha çok heyecanlanır. O geldi, o geldi! Dolunayın tepsi gibi kızarıp büyüdüğü, rüzgarın ılık ılık dolanıp durduğu tatlı bir çöl gecesidir. Kandiller haniden sönmüş, şehir derin bir sessizliğe gömülmüştür. Pervaz hafifçe tıkırdar, hani "çalındı mı çalınmadı mı" dedirtecek kadar. Bilal'in uykusu hafiftir, hemen sıçrar, kapıya çıkar. Karşısında Hazret-i Ebubekir vardır. Sevinçle "müjde Ya Bilal" diye fısıldar "o geldi?" -Kim geldi? / -Ahir zaman peygamberi. / -Dur ben söyliyeyim Muhammed-ül emin mi? / -Başka kim olabilir ki? Bak, o güzel Resul bizi var ve bir olan Allah'a inanmaya davet ediyor, ki O Allah dağları, denizleri, yıldızları, seni, beni, bütün kâinatı yarattı ve yaşatıyor. / -Amenna! / -Resulullah bizi putlara tapınmaktan, yalandan, gıybetten, fuhuştan, hırsızlıktan, cinayetten men ediyor, din kardeşliğine çağırıyor. / -Senle ben kardeş olacağız öyle mi? / -Evet. / -İyi ama sen itibarlı bir tüccarsın, ben ise hazırken sayılmayan, olmayınca aranmayan, hesaba katılmayan bir köle... / -İyi ama hepimiz o büyük Allah'ın kulları değil miyiz. Güzellik burada işte. / -Peki Muhammed'e tabi olmak için ne yapmam lâzım. Para mı vermeliyim, senet mi imzalamalıyım, hediye mi almalıyım? / -Hayır, hayır. Kelime-i şehadeti söylesen yeter. / -Bu kadar kolay mı? / -Evet bu kadar kolay! Ama... / -Aması ne? / -Korkarım sonrası kolay olmayacak. / -Anlayamadım / -Sen Kureyşlilerin nasıl kinci olduklarını bilmezsin, bak Amir bile iman etmekten çekindi. / -Kime ne zararımız var, hem bize niye karışsınlar ki? / -Ah, senin haklı olmanı ne kadar isterdim... / -Korkma bi şey olmaz. Al gülünü ver gülümü Ama olur... Özellikle de Bilal'e olur. Ümeyye bin Halef kölesinin din değiştirdiğini öğrenince adeta kudurur. Bilal'in (radıyallahu anh) sırtında kaç değnek kırar, kaç kamçı paralar bilemiyoruz ama yorulasıya vurur. Sadece o mu? Mekke'nin önde gelenleri işlerini güçlerini bırakıp Bilal'in başında toplanırlar. Kimi sesini yumuşatıp başını okşar, kimi önüne para mücevher koyar. Kimi tekme tokat girişir, kafasını gözünü yarar. Lâkin Bilal'i döndürmeyi başaramazlar. Ümeyye bin Halef her yolu dener, aç bırakır, susuz bırakır, döver, söver, en sonunda kızgın kumlara yatırıp iri kayalarla gömer. Ama o, işkencelere gülüp geçer, nefesi yettiği, sesi çıktığı müddetçe tevhidi söyler. Tam Ümeyye işi hançerle halletmeye niyetlenmiştir ki Hazret-i Ebubekir çıkagelir ve doğrudan mevzuya girer. -Bilal'i bana satar mısın? -Önüme kese kese altın yığsan olmaz. -Peki Amir'le değiştirmeye ne dersin? -Nee Amir'le mi? -Evet Amir'le! -Bak bu hiç fena bir teklif değil işte. Bu yaştan sonra zengin oluyorum desene... Hemen, oracıkta anlaşırlar. Hazreti Ebubekir din kardeşinin üzerinden taşları indirir. Garip köleyi yedirir, içirir, giydirir ve elinden tutup Resulullahın huzuruna getirir. Efendimiz nasıl sevinirler anlatılamaz. Hazret-i Ebubekir Server-i âlemin sevincine sevinç katar, Bilal'i Allah rızası için bağışladığını açıklar. Tam o sırada Cebrail Aleyhisselam gelir ve Velleyl süresinin onyedinci ayetini getirir ki Hak teâlâ "Ebubekir'in cehennemden uzak olduğunu" bildirmektedir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.