Yalancı biyolog Ernst Heackel

A -
A +

Alman asıllı Ernst Heackel, inançsız bir adamdır ve Darwin'in teorisiyle çok heyecanlanır. Çorbada tuzum olsun kabilinden teorinin ucundan tutar, "Embriyolojik Rekapitülasyon" adlı bir teori ile batıla koltuk çıkmaya çalışır. Heackel embriyoların anne karnında evrimsel süreci tekrarladığını iddia eder. Yani çocuk balık olur, yılan olur, kuş olur, maymun olur ve insanlaşır. Bunu söylemekle kalmaz embriyo çizimleri üzerinde sahtekârlık yapar, fotoğraf makinesi olmasına rağmen hayali resimler karalar. Tutar ana karnındaki bebeğe solungaçlar yakıştırır, yüzgeçler, kuyruklar takar. Sıkıştırılınca yaptıklarını itiraf eder ama kınanmaktan utanmaz eline yeni fırsatlar geçse, yine sahtekârlıklar yapacağını saklamaz. "Java adamı" olarak ileri sürülen varlık ufak bir kafatası parçası, bir uyluk kemiği, iki büyük, bir küçük azı dişinden ibârettir. Evrimci ressamlar hemen ellerine fırçalarını alır, ödevlerini (!) karalamaya başlarlar. İşi o kadar abartırlar ki ateşli bir evrimci olan Dr. Douglas Dewar bile vitesten atar, "hayali resimler belge gibi sunuluyor, insanları kandırıyorlar" diye dert yanar. Haydi yapın görelim! Hani düşen uçakta ateist kalmaz derler ya fosilleri bulan Mr. Dubois de ölmeden önce gerçeği îtiraf eder. "Java adamı olarak ileri sürdüğüm varlığın kafatası bir gibbon maymununa, uyluk kemiği de insana aitti. Bu parçalar, Doğu Hind Adalarında birbirinden uzak mesâfelerden toplandılar" der ve vicdanen rahatlar. Alexander Oparin'in "kimyasal evrim" kavramını destekleyecek hiç bir belge sunamayıp çaresizliğini itiraf etmesi diğer evrimcileri çok kızdırır. Amerikalı kimyacı Stanley Miller, kollarını sıyırıp laboratuvara gömülür, metan ve amonyak gazlarına elektrik vererek aminoasit oluşturduğunu iddia eder. Halbuki bir deneyin bilimsel olabilmesi için müşahede edilebilmesi, tekrarlanabilmesi ve aynı şartlarda, aynı neticeleri vermesi gerekir. Ama aminoasit imali tekrarlanamaz, takip edilemez... Kaldı ki atmosferde boğucu azot ve parçalayıcı oksijen varken hiçbir aminoasit bozulmadan duramaz. Nitekim Miller de bu çalışmaların hayatın kökenini açıklamaktan uzak olduğu gerçeğini kabul eder. Ancak onun izinden giden kimyager Sidney Fox çok özel ortamlarda bazı aminoasitleri birleştirmeyi başarır ama bunlar düzensiz bileşiklerdir ve protein olmaktan uzaktırlar. Evrimciler laboratuvarlarda terlerken bir bakıma hayatın tesadüfen oluşamayacağını ispatlarlar. Çünkü kendilerine sağlanan korkunç imkanlara rağmen bir aminoasit halkası yapmaktan bile aciz kalırlar. Nerde kaldı bunlardan protein, proteinden hücre, hücreden doku, dokudan organ, organdan canlı oluştursunlar. Patatesle akraba mıyız? Teknoloji geliştikçe bilim adamları evrimden soğur, hele DNA şifreleri çözüldükçe teori çatırdar. Öyle ki bazen birbirlerine çok benzeyen iki sürüngen arasındaki fark, uçanla kaçan arasındaki farktan büyük çıkar. Evrimciler canlıları basitten mükemmele doğru sınıflandırdıkları hâlde, kromozom sayılarında düzenli çıkışlara rastlanmaz. Meselâ; insanın da patatesin de kromozom sayısı 46'dır. Evrimciler 800 kromozom taşıyan tek hücrelileri izah edemez ve en önemli kozları ellerinde patlar. Yine onlara göre insan vücudunda en az 100 bin gen olmalıdır ama umduklarını bulamazlar. İnsanlar, gen sayısı bakımından bırakın maymunu, atı, köpeği; solucanın bile altında kalırlar. Eğer bu teori doğru olaydı insandan 200 misli fazla geni olan "amip" mükemmellikte zirveye oynardı. Evrimci Prof. Max Westenhofer, "Araştırma ve İlerleme" adlı eserinde türler arasında geçiş formlarına rastlayamadığından, yakınarak; "balıklar, sürüngenler, memeliler dünyâ yüzünde birdenbire ve esas şekilleriyle beliriverdiler. Bir türün diğerine dönüştüğüne dâir hiçbir işâret yok, değişim ancak türler içinde mevcuttur. Çevre şartları sapmalara sebeb olsa bile, türler, hususiyetlerini korurlar. Adaptasyon, seleksiyon, mutasyon gibi ibareler türün kendi içindeki değişmeleri ifâde eder. Yoksa türün, başka bir türe dönüştüğünü göstermez" der. Bilim adamları köpekbalığı, yunus ve penguenin sırayla balık, memeli ve kuş olduklarını ama asla evrimleşmediklerini ispatlarlar. Evet, biyologlar işlerinin gereği insan ile hayvan arasındaki farkı, madden incelemek durumundadırlar. Halbuki insanla hayvan arasındaki en büyük farkı, "rûhu" gözden kaçırırlar. Türkler aşağı ırk mı? Einstein "atomu parçalayabilirsin ama peşin hükümlüyü ikna edemezsin" demiş. Modern firavunlar için de "Darwinizm" âdetâ yeni bir "din" haline gelir ve bunların alayı taassup ehlidir. Karl Marks ve Friedrich Engels bu teoriyi "materyalizm için bulunmaz şans" olarak değerlendirir. Evrim, Adolf Hitler'in de işine gelir, kafatasçı gestapolar akılları sıra "arı beyaz ırkın, maymunlara benzeyen zencilerden çok farklı ve çok üstün olduğu" tezini savunma fırsatı yakalarlar. Ve günün incisi: Efendim Darwincilere göre Türkler de aşağı ırktanmışlar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.