Zico'nun hâlâ stajyer konumunda olduğunu bir kere daha yazıp, öyle gireyim meseleye... Tek uç adamı ile oynama stratejisine diyeceğim yok... Büyük futbol firmaları genelde bunu oynuyor. İyi güzel de, tek uç adamı formatında senin en uygun oyuncun kim? Takımın tamamını oyuna çeken, özellikle de Alex'e hayat veren kim? İlk yarıdaki Vestel maçından sonra, istemeyerek de olsa, bunu gördün, anladın da... Ama serde stajyerlik var ya... Desene Mustafa Denizli gibi milli takım hocalığı yapmış biri bile, 55 dakika nerede olduğu bilinmeyen Deivid'i kahraman ilan ettikten sonra... Bir gün zarın köşesiz olanına rast gelirsiniz, masadan kaldırırlar adamı... >> Kadayıf devri! Birisi, geçenlerde futbolu yöneten, yönlendiren kesimin büyük bir kısmı için "Kadayıf gibi oldular" demişti. "Bu ne demek" diye kafa patlatırken, tepeden İlhan Cavcav düşüverdi... Hani şu bir kulüp başkanı için, malum çirkin yakıştırmayı yapan Cavcav... Baktım o çirkin yakıştırmayı yaptığı kişinin ağzı oluvermiş... Sadece Cavcav mı? Liste hayli kabarık... Nice lezzetli kadayıflar afiyet olsun! Yalnız dikkat edin, kilo yapar haaaa... >> Lincoln, Mısır Çarşısı'na gitmeli Mısır Çarşısı'nda aktarlar vardır... Çeşit çeşit kuvvet macunu satarlar... Müşterileri de bir haylidir hani... Bence Galatasaraylı Lincoln de oralara uğramalı, ya da götürülmeli ki, rüzgardan, nefesten, öksürükten yere yıkılmasın... Nedir o hali öyle... Servet'e, Emre'ye, Topal'a, Ayhan'a, Ümit'e ayıp ediyor... >> Bank Asya ile yepyeni bir yol! Kocaelispor'un Karşıyaka ile oynadığı maça Attila Gökçe, Yiğiter Uluğ, Kaan Ark ve Bank Asya'nın Genel Müdür Yardımcısı Sayın Mustafa Büyükateş'le birlikte gitmiştik. Attila, o maç için gazetesinde harika bir yazı yazdı. Yazının mesajı çok önemliydi. Diyordu ki Attila, "Bank Asya 1. Lig'de şampiyonluk mücadelesi de, play-off savaşı da bir başka... Tertemiz, tartışmasız ve çok adaylı..." Doğru söze ne denir... Alışkanlık yapmamış adaylı yarış, bence de en tartışmasız yarıştır... Ne kadayıf vardır, ne de lanetlediği koltuğa oturma hevesi... >> Hasan nasıl yanmış! Hasan Şaş, 2000'li yıllarında başındaki performansıyla, benim ölçülerime göre, Hakan Şükür'den sonraki en iyi Türk futbolcusudur... Zaten 2002 Dünya Kupası'ndaki icraatı ortadaydı. İşte o süreçte, 3-5-2'nin kaşifi Gerard Houllier kendisini Liverpool'a almak istemiş ama, menajeri fahiş fiyat öne sürünce, iş yatmış... Gazetede okudum... Çok üzüldüm... Hasan, o devirde topu rakip sahaya Avrupa'da en hızlı ve en etkili taşıyan oyuncu idi... Şimdi mi? Bilmem ki... Demek ki, işi menajere teslim etmemek gerekiyor. Ders alına... >> Esat, sen nerede yaşıyorsun? Bizim Esat Yılmaer, yani TSYD Başkanı, tutmuş İzmir'deki toplantıda, fakültelere mutlaka spor yazarlığı dersinin konması gerektiğini söylemiş... Bizim mahallede "Uyan da balığa gidelim" derler Sevgili Esat! Bu ne demek mi? Bak; Marmara İletişim, İstanbul Üniversitesi falan... Haaa, öyle çok ürün var ki ortada... Belki de senin yanı başında bile... >> Rüştü'yü anlayabilmek! Rüştü Reçber, bu ülkenin tartışmasız son yirmi yıldaki en iyi kalecisidir. Hem de ömür boyu sakat kalabilecek kadar ağır bir trafik kazasız geçirmiş olmasına rağmen... Rüştü, Terim Hocanın eseridir... Bu biiir... İkincisi, ben Fenerbahçe'den Barcelona'ya bonservis bedeli olmaksızın gidişi sonrası yılda 1 milyon 750 bin euro verilerek kiralanmasına karşı çıkmıştım. Burada felsefe, kulüpçülük, yöneticilik hatası vardı. Ama Beşiktaş kurnazlık yaptı ve Rüştü'yü bonservis bedeli ödemeden kaptı. Sonunda da Rüştü, Çarşı'ya bile kendini alkışlattı. Hep söylerim, hep yazarım, futbolda topun öldüğü, bittiği yere bakıp yazar, konuşur, bağırırsanız, sonunda mat olursunuz... Ama aynı Çarşı'yı rakipten haksız yere atılan oyuncuyu alkışlayıp bu yanlışı yapan hakemi de protesto edişini yılın fair-play ödülü olarak aday gösteriyorum. >> Vakıfbank ve Efes! Vakıfbank Bayan Voleybol takımı, önce bir Alman takımını, sonra da bir İtalya temsilcisini dümdüz ederek voleybolda ülkemize bir Avrupa Kupası getirdi... Kutluyorum. Bayanlarda bu üçüncü kupa oldu... Artık alıştık, devamını bekleriz... Efes Basketbol Takımı ise Partizan'a yenilerek lige döndü. Maçı Abdi İpekçi'de izledim... Yedi oyuncu ile oynamak zaten peşinen kayıp demekti. Ama asıl tedirginliğim, Tuncay Özilhan kardeşimin maç sonrası tribünü terk ederkenki hali idi... Korkum odur ki... Düşünmek bile istemiyorum... Çünkü salonun pota arkalarında yeni kupa flamaları için yer kalmamıştı.