Her dört senede bir, ekonomiyi yeniden öğreniyor gibi oluyorum." 1970'te Nobel Ödülü alan ABD'li iktisat profesörü Paul A. Samuelson böyle diyor. Hocanın ünlü kitabı "Economics", Türkiye de dahil olmak üzere, birçok ülkede okutuldu. Kitap, Türkçe'ye ve diğer birçok dile çevrildi. Soğuk Savaş sonrasında eski sosyalist ülkelerde ve tarihin bir cilvesi olarak Macaristan'da, Karl Marx Üniversitesi'nde de temel ders kitabı oldu! Bilindiği gibi, iktisat bilimiyle tanışmak isteyenler için yazılan kitapların ilk sayfalarında iktisat biliminin mahiyeti ve kapsamı anlatılmaya çalışılır. İktisat disiplinin hangi sorulara cevap aradığı vurgulanır. Cevabı aranan sorular artık "klasik" olmuştur. Nedir bunlar? Hemen hatırlayalım: * Ne üretilecek? * Nasıl üretilecek? * Ne kadar üretilecek? * Kimler için üretilecek? * Üretim zaman içinde nasıl büyüyecek? * Kalitatif ve kantitatif olarak nasıl değişecek? Gördüğünüz gibi, sorular klasik, ya cevaplar? "Klasik" olarak nitelendiğimiz soruların cevapları maalesef "klasik" olamıyor. Sorular aynı, ancak cevapları değiştirmek zorundayız. Cevaplar, dinamik olmak durumunda. İktisadi analizlerde, görülebileni açıklamaktan çok, açıklanması gerekeni görebilmek önem taşıyor. Açıklanması gerekenler, baş döndürücü bir hızla değişiyor. Çağdaş iktisadı "politik iktisat" (political-economy) olarak algılayanların daha isabetli ve kapsamlı bir bakış açısına sahip olduklarına inanıyorum. Bilindiği gibi, iktisat bilimi, "politik iktisat" (political-economy) olarak doğdu; daha sonra, politikanın tasallutundan kurtulmak için "ekonomi" (economics) oldu, ama iktisadın tadı tuzu kalmadı. Böyle bir yaklaşım, bendenizin damak zevkine pek uygun düşmüyor. Ülkelerini temsilen katılan liderler, Birleşmiş Milletler Zirvesi'nin sonunda bir hatıra fotoğrafı çektiriyor. Fotoğrafa, kişi başına geliri 300 dolar ile 35.000 dolar arasında değişen insanların fotoğrafı olarak da bakabilirsiniz. 'Neden?', sorusunun cevabını verebilmek için sadece iktisatçı olmanın yetmediğini herhalde sizler de kabul edersiniz. Bu sebeple olacak ki, Samuelson, "sadece iktisatçı" olan bir kimsenin iyi bir iktisatçı olamayacağını söylüyor. II. Dünya Savaşı'nın (ya da II. Paylaşım Savaşının!) sonunda ekonomik olarak yeniden yapılanan kapitalist dünyayı, iktisatçıların entelektüel kapasiteleri arasındaki farklar oluşturmadı, politik güç dengesi belirledi. Hâlâ da belirlemeye devam ediyor. Küreselleşme olarak bilinen süreç, söz konusu kavramları, yeniden yapılandırıyor, onlara yeni boyutlar kazandırıyor. Sonuç olarak denilebilir ki, ekonomi dünyasını anlamaya ve kavramaya yönelik her zaman geçerli, mutlak anlamda doğru kavramlardan yoksunuz. Ekonominin krizi, iktisatçının krizi! Kriz ortamı, iktisatçıları da deyim yerindeyse, tam anlamıyla köşeye sıkıştırıyor. Bu sebeple olacak ki, ekonomik kriz ile birlikte "iktisatçının krizi" de tartışılıyor. Batı dünyasında, 'ekonomik kriz mi, yoksa iktisatçının krizi mi?' ("economic crisis" or "crisis of economists?") başlığını taşıyan makaleler döktürülüyor. "...Ekonomiyi yeniden öğreniyor gibi oluyorum" diye sızlanan Samuelson'a hak vermek lâzım. Boşuna dememişler, "İki iktisatçının olduğu yerde, üç tane fikir vardır!"