Mescîdde Müslümanlar, halka halka oturmuşlar; Hadîs-i şerîf dinliyorlardı. Sevgili Peygamberimizden bahsediyorlardı. Irak'tan yeni gelen bir Müslüman, o halkaları teker teker geçti. Üzerinde sâde bir elbise bulunan, zayıf bir ihtiyarın yanına yaklaştı. İhtiyar, yolculuktan yeni gelmiş gibi yorgun görünüyordu. Belki de hastaydı. Fakat; - Kâbe'nin Sahibine yemin ederim ki, diye söze başladı ve şöyle devam etti: - Bir gün Resûl-i ekremden işittim. Buyurdu ki: "Kim dünyada hayır amel işlerse, ona çok müjdeler vardır. Allahü teâlâ ona âhirette çok ihsânlarda bulunacaktır. Lâkin kim ki bu dünya için çalışırsa, ona âhiretten hiçbir nasip yoktur." Söyleyeceklerini söyleyip bitiren yaşlı hatip, sessizce kalktı. O gittikten sonra Iraklı da kalktı. Hz. Übeyy'i, evine kadar takîb etti. Kapıya vardıklarında, selâm verdi. İzin isteyerek, eve girdi. Gördü ki evi de, eşyâsı da kendisi gibi!.. Dünya süsünden, telâşından uzak. Ev sahibi, Iraklı bir Müslüman olduğunu anlayınca, "Anlaşıldı! Şimdi, ardı arkası gelmeyen suâller sorarsın!" Bunu duyan Iraklı Müslüman çok üzüldü. Bunu gören Hz. Übeyy ağlamaya başladı. Ve: - Sevgili kardeşim! Allah sana iyilikler versin. Fakat sözlerimi yanlış anladın. Ben sâdece, Iraklıların huylarını söylemek istemiştim. Senden özür diliyorum. Beni affettiğini anlamadıkça, bir daha kimseyle konuşmayacağım, diye üzüntüsünü açıkça belli etti. Iraklı zararı yok gibilerden elini salladı ve hakkını helâl ettiğini bildirdi. O zaman çok sevinen Hz. Übeyy: - Allahım! Eğer beni, gelecek cumaya kadar sağ bırakırsan; sevgili Peygamberimizden duyduğum her şeyi Müslümanlara anlatacağım, diye vaadde bulundu. Bunun üzerine Iraklı izin alarak ayrıldı. Gelecek cumayı sabırsızlıkla beklemeye başladı. Perşembe sabahı sokağa çıktığında, büyük bir kalabalıkla karşılaştı. Herkeste bir telâş, bir heyecan fark ediliyordu. Birisine sordu: - Ne var, ne oluyor? - Sevgili Peygamberimizin Eshâbından, Hâfızların efendisi Übeyy bin Kâ'b hazretleri vefât eyledi. Sevdiklerine kavuştu.