Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Kofi Annan'ın eski özel siyasi danışmanı ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Başkanı Prof. Ghassan Salama, "Osmanlı İmparatorluğu'nun boşluğu doldurulamadı, Osmanlı'nın çekildiği bölgelerde barış, huzur hiç olmadı" demiş. Adaletin olmadığı yerde huzur ve barış olur mu hiç? Osmanlı bu bölgelerde asırlarca; din ve ırk farkı gözetmeden herkese adalet ile yaklaştığı için huzur vardı. Avrupa'da, kralların, istediği kimseyi astırdıkları, istediği kimseyi hapsettikleri yani tam bir diktatörlük ile ülkelerini idâre ettikleri zamanlarda, Osmanlı'da devletin bir memuru olan Şeyhülislam, Padişahı sorgulayabiliyordu! İnsanlık icabı yaptığı yanlışı yüzüne karşı açıkça söyleyebiliyordu. Tarihte bunun örnekleri çoktur... Sultan Selim Hân'ın Şeyhülislâmlarından Zembilli Ali Efendi, yolda, elleri bağlanmış gayri müslim tüccarlara rastladı. Bu kişilere sordu: - Nedir bu hâliniz? - Biz tüccar kimseleriz. Alış-verişimizi sultanın emrine göre yapmadığımız zannedildiği için bizi tutuklattı. Bunun üzerine, Zembilli Ali Efendi, Pâdişâhın huzûruna varıp dedi ki: - Pâdişâhım, yabancı tüccarlara haksızlık yapılmış. Bunların serbest bırakılması lâzımdır. Bunlar kanunlarımıza aykırı bir iş yapmamışlar. Pâdişâh bu âni çıkışa kızdı: - Ben sana ne demiştim? Benim yaptığım siyasî işlere sen karışmayacaksın dememiş miydim? - Burada insanların, haksızlığa uğraması, zulüm görmesi mevzûbahis. Bunun için, Şeyhülislâm olarak, buna müdâhale etmem benim vazîfemdir. Karışmazsam, vazîfemi yapmamış olurum. Yavuz Sultan Selim, korkusuzca tüccarların hakkını savunan Ali Efendi'nin bu hareketine çok memnûn oldu. Yanlış bir iş yaptığında kendisini îkâz edecek bir din adamı bulunduğu için Allahü teâlâya şükretti. Sonra yabancı tüccarları salıverdi... Osmanlı devleti kuvvetli olduğu dönemlerde adâlet, en iyi şekilde korunmuş, herkese âdil muâmele yapılmıştır. Tarihe bakıldığında açık olarak görülmektedir ki, İslâm devletleri, adâlete bağlılıkları nisbetinde, kuvvetlenmişler, galip gelmişler. Fakat aynı millet, aynı ordu, adâletten uzaklaşınca, başarıları azalmıştır. İslâm devletlerinin kurulması, yükselmesi, durması ve çökmeleri de hep adâlete bağlılıkları nisbetinde olmuştur. Osmanlı devleti duraklama ve gerileme dönemlerine girince Avrupa devletleri, değişik yollarla, Osmanlı adâletine müdâhale etmeye başladılar. Böylece Osmanlı devletindeki, adâlet, halkın birliği, beraberliği bozulmaya başladı. Kendilerine asırlardır, çok iyi muâmele edilen gayr-i müslim halkta, kışkırtma neticesinde, kıpırdanmalar başladı. Zaten Avrupa'nın da maksadı buydu. Çeşitli ırktaki insanları, bağımsızlığa teşvîk ediyorlardı. Zayıf bir zamanını yakalayıp, Osmanlının yıkılışına sebep olan Tanzimat Fermanı'nı imzalattılar. Bu, yıkılışın başlangıcı oldu. Batı'da özel olarak eğitilen, kendi öz değerlerine düşman olarak yetiştirilen Batı hayranı sözde enteller, devletin kilit noktalarına getirildiler. Bunlar da halkımızı adım adım, örf ve âdetlerimizden, İslam ahlakından uzaklaştırdılar. Teknoloji yerine, Batı'nın ahlaksızlıklarını transfer ederek Osmanlı'yı Osmanlı yapan değerlerden mahrum bıraktılar. Bu da Osmanlı'nın yıkılmasına, barış ve huzurun yok olmasına sebep oldu...